24 Mart 2025 Pazartesi

NEDEN DEDELER HAVA SOĞUKTA OLSA PARKLARDA OTURUR BİLİRMİSİNİZ?


Bir çoğunun eşi ölmüştür.
Tek başına yemeğini yapacak, çayını demleyecek durumda değildir.
Gelininin yada damadının yanına sığınmıştır.
Bedeni ve ruhu artık gerilemeye başlamıştır.
Uzuvları görevini yapamaz hale gelmiştir.
Dermansız, çaresiz, mahsundur.
Yürekleri yumuşamış, gözyaşı gözünün kenarında hazır bekler, gurbetten geleni görse o yaşı akıtır hemen!
Yemeğini üzerine döker, takma dişi ağzından çıkar, dişi gıcırdar,
Damadın, gelinin, oğlunun, kızının, torunların küçük bir sözü gücüne gider.
Üzülür, gözleri dolar, yutkunur!
İçine atar acısını, çaresizliğini!
Sessizce, ezilerek sofradan çekilir, usulca.
Baba niye kalktın, doymadın ki der, kızı, oğlu!
Doydum yavrum doydum, siz devam edin der. Der demesini de yüreği hüzünle dolmuştur dedenin!
Allah'ım beni niye görmüyon, benimde canımı al! der.
"Canının alınmasını Allah'tan istemek, yalvarmak" duaların en son noktası değil midir?
Ve o dede yine usulca kendini kapıdan dışarı atmanın hesabını yapar, inceden inceye, iç çeke çeke!
Ne desin!
Yavrum ezan vakti geliyor, ben yavaş yavaş dışarı çıkayım der, ve çıkar.
O dışarı çıkış yanan yüreğine soğuk su gibi gelir.
Ya Alipaşa Cami avlusuna ya da yeraltı çarşısı üzerine ya da Taşhan üstü parka gider, oturur. Tanımasada selam verip oturur diğer yaşlının yanına.
Gündüzleri camidir, onların sığınacağı ısınacağı yer. Yüreğine ferahlık bulacağı yer.
Emeklilik maaşı olan bir nebze iyidir ötekilerden.
Gelininin, damadının ihtiyacı da varsa, maaş hatırına ilgilenirler yine.
Ya yoksa?
Yeryüzünün en sevimsizi, en istenmeyeni siz olursunuz.
Gençler!
Varacağımız yer İhtiyarlık Durağı.
Aman ha, parkta oturan yaşlıya, otobüsteki yaşlıya siz siz olun yer verin!
Eleştirmeyin!
O yaşlara gelecek bizlerde sınanacağız!
Hep beraber imtihan halindeyiz, son nefese kadar!
Tanıdığınız yaşlı varsa bir selam verin, sohbet edin, durumuna göre bir çay, bir çorba ikram edin...
Saygı, sevgiyle ve kırmadan...

OKUDUĞUM EN GÜZEL FARKINDALIK YAZISI…


Bir uçak yolculuğunda yan koltukta oturan bir adamın alyansını sağ elinin işaret parmağına taktığını fark eden yazar yorum yapmaktan kendini alamaz.
“Bayım alyansınızı yanlış elinize takmışsınız!''
Adam bunun üzerine;''
Yanlış kadınla evlendim de ondan!''
diye karşılık verir.
Yazar Ziglar bu anıyı aktardıktan sonra
şöyle sorar;
''Peki ya bu adam doğru
adam mı?
Yani kadın doğru adamla mı evlenmiş?
Yanlış seçilmiş bir insana doğru insanmış
gibi davranırsanız sonuçta doğru insanla evlenmiş olmaz mısınız?
Doğru seçilmiş
bir insanla evlendiğiniz halde yanlış davranıyorsanız yanlış bir evlilik yapmışsınız demektir çünkü.
Doğru insan olmak, doğru insanla evlenmekten çok daha fazlasıdır!''
Yazar kitabında şu öyküyü anlatır..
''Yıllar önce Hawai''de başlık parasına benzer bir uygulama revaçtadır.
Bir erkeğin sevdiği kızla evlenebilmesi için kızın ailesine belli sayıda inek vermek zorundadır.
İnek sayısının 10 adet olması gerekmekle birlikte kızın özelliklerine göre bu sayı değişebilmektedir.
Ve adada iki kızı olan bir adam yaşamaktadır. Kızlardan büyük olanı bizdeki deyişle -kabul görmeyen- tipte, şanssız bir kızdır ve babası ona 3 inek fiyat biçmiştir. 2 inekli bir teklifi de kabul edecektir, hatta iyi bir pazarlıkla 1 ineğe fit olmaya razıdır.
Bir gün adanın zenginlerinden Johny Lingo
bu eve geldiğinde herkes onun diğer kızı isteyeceğini düşünür.
Oysa yaşlı adamı sevince boğarak büyük kıza talip olur.
Herkes en azından isteneni yani, 3 inek ödeyeceğini düşünürken Johny yanında 12 tane inekle gelmiştir.
O dönemlerde normal bir balayı ortalama bir yıl sürmektedir ama gelin ve damat iki yıllık balayı planlamıştır.
Damatla gelinin dönmesinin beklendiği gün ahaliden biri dönüşlerini haber vermeye gelir gelmesine ama gelenlerin Jony ve eşi olduğundan emin değildir. Aslında Johny''i tanımıştır fakat kızdan emin olamamıştır.
Yaklaşan kadın çok güzel, zarif birisidir.
İyice yaklaştıklarında kimsenin tereddüdü kalmaz.
Fakat kızın güzelliği, cazibesi ve çekiciliği en eleştirici gözle bile reddedilmeyecek ölçüdedir.
Yakından bakanlar Johnny''nin 12 inek karşılığında iyi bir alışveriş yaptığını düşünürler."
Yazar işin püf noktasını şöyle özetler;
''Johnny 12 inek ödedi, kız 12 ineklik bir kadın haline geldi.''
Bu hep böyle olmaktadır.
Eşinize veya sevgilinize verdiğiniz değer, ona kazandırdığınız değerdir...
Aslında ''doğru adam'', ''doğru kadını'' inşa eder, ''doğru kadın'' da ''doğru adamı.''
Alıntı
HİSLERİN TERCÜMANI

Aklını zorlamak için bilgelik dolu sözler


1. "Hiç hata yapmayan bir insan hiçbir yeni şey denememiştir. "
— Albert Einstein
2. "Asla bir aptalla tartışma; izleyiciler farkı anlayabilir. "
— Mark Twain
3. "Bir aslanın uykusu koyunların fikirleri yüzünden asla kaçmaz."
- Bilinmiyor
4. "Sizi birbirine bağlayan zincirler genellikle kırılmayı reddedenlerdir. ”
Jean-Paul Sartre
5 "Birisinin gerçek karakterini öğrenmek istiyorsanız, onun için hiçbir şey yapamayanlara nasıl davrandığını izleyin. ”
Jones Wolfgang von Goethe
6 "Yüzleştiğimiz her şey değişebilir, ancak yüzleşmeden hiçbir şey değişemez. ”
— James Baldwin
7. "Sessizliğin seni koruyamaz. "
—Audre Lorde
8 "Bazı insanlar fakirdir, sahip oldukları tek şey paradır. ”
— Patrick Meagher
9 "Bilge bir adam konuştuğundan daha fazla dinler. ”
- Atasözleri
10. "Sadakatin asla köleliğe dönüşmesine izin verme. ”
- Bilinmiyor
11. "Çoğu insan 25 yaşında ölür ve 75 yaşında gömülür. "
— Benjamin Franklin
12. "En kötü hapishaneler aklımızda inşa ettiklerimizdir. ”
- Bilinmiyor
13. "En güçlü insanlar önümüzde güç gösterenler değil, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz savaşlarda savaşanlardır. ”
- Bilinmiyor
14. "Birini iyileştirmeden önce, onları hasta eden şeyden vazgeçmeye hazır olup olmadıklarını sor. "
- Hipokrat
15. " Yalnızlık tehlikelidir. Bağımlılık yapıyor. Ne kadar sessiz olduğunu görünce artık insanlarla uğraşmak istemezsin. "
- Bilinmiyor
16. "Bir soru soran adam bir dakikalığına aptaldır, sormayan adam hayatının geri kalanında aptaldır. "
—Konfüçyüs
17. "Kitleleri körü körüne takip ederken dikkatli ol. Bazen kalabalık sessizdir. "
- Bilinmiyor
18. "Ne kadar çok bilirsen, bilmediğinin o kadar çok farkına varırsın. "
—Aristo
19. "Birinin aklını anlamak istiyorsan, sözlerini dinle. Kalbini anlamak istiyorsan hareketlerine bak. "
- Bilinmiyor
20. "Suya düşerek boğulmazsın. Orada kalırsan boğuluyor. "
Bilinmiyor.
21 Asla kaybetmem, kazanmam, öğrenmem.
- Bilinmiyor.
22. Boşluklar doldurulmaya meyillidir.
- Bilinmiyor.
23. "Her zaman yaptığınızı yaparsanız, her zaman elde ettiğinizi alırsınız. Yaptığın şey işe yaramazsa başka bir şey yap."
John Grinder.
24. "Fazilet ortadadır"ya da daha doğrusu: “Erdem, biri aşırıya kaçmış ve diğeri varsayılan olarak iki kötü uç arasında bir orta terimden oluşan gönüllü bir düzendir”
Aristo.
@öne çıkar

BENDE BU ŞANS VARKEN...

Aziz Nesin dost ağırlamada, yedirme içirmede, ikramda bonkör bir adamdır.

Fakat, çöpe giden bir pirinç tanesine bile üzülür.
Nesin aynı zamanda çok cimri bir adamdır. Cimriliğini kendisi ilan etmiştir:
"Ben çok cimriyimdir. Bu cimrilik emeğe saygımdandır" diyerek cimriliğinin nedenini açıklar. Emek Aziz Nesin için "kutsaldır".
Tan gazetesinde köşe yazarı ve muhabir olarak çalıştığı yıllarda 50 lira maaş almaktadır.
Geçim sıkıntısından "al takke ver külah" yaparken bir tanıdığına 50 lira borçlanır.
Bu ay olmadı gelecek ay derken... Alacaklı bir gün iyice sıkıştırır.
Aziz Nesin adama; " yarın saat 11:00'de gel paranı al" demiş bulunur.
Borcunu ödemesinin tek yolu; çalıştığı Tan Gazetesinin patronu Halil Lütfi'den avans almaktır.
Patron, Aziz Nesin'den daha cimri, aynı zamanda huysuz bir adamdır.
Fakat, cimriliğinden dolayı Aziz Nesin'i çok sever. Nesin, gazetedeki mürekkep hokkasına özel kalemini batırmış adam değildir.
Mürekkep uçar diye, hokkanın ağzını açık bıraktığı hiç görülmemiştir.
Herhangi bir nedenle, gazetenin tek yaprak kağıdını özel işi için kullanmamış, gazetede kullandığı her eşyayı gözü gibi korumuştur.
Aziz Nesin aynı zamanda çalışkan, okunan ve sevilen bir yazardır. Bir gazete patronu böyle bir adamı sevmesin de kimi sevsin?
***
Aziz Nesin, alacaklısı geleceği gün saat 10:00'da, patronu Halil Lütfi'nin odasına gider:
- Efendim, birisine 50 lira borcum var. Buraya gelecek. Bu ay ki maaşımı avans olarak verin de adama borcumu ödeyeyim.
- Ne zaman gelecek adam?
- saat 11:00'de.
- 11:00'de gel al parayı.
- Saat 10:00 zaten. Adam az sonra gelir. Parayı şimdi verin de adam gelince mahçup olmayayım.
- 11:00'de gel 11:00'de.
- Neden illa ki 11:00?
- Yav Aziz; saat 11:00'e kadar bakarsın adam ölür, ben sana parayı vermekten kurtulurum. Bakarsın sen ölürsün, ben yine parayı vermekten kurtulurum.
- Efendim; bende bu şans varken ne adam ölür, ne ben ölürüm. Siz ölürsünüz ben parayı alamam. Şimdi verin şu parayı.
Alıntı

CAHİT SITKI TARANCI


Küçükken yaramazlık yaptığı için babası tarafından pencereden aşağı sarkıtılmıştır. O günden sonra ölümden korkmuş ve eserlerinde hep “ölüm” temasını işlemiştir.
🔸️NAZIM HİKMET
Nazım Hikmet’in en değişik özelliği devamlı beyaz pantolon giymesiydi. İlham geldiğinde aklındaki sözleri hemen beyaz pantolonuna not alıyormuş. Tüm dünyanın tanıdığı bir şair olmak, böyle değişik özelliklere sahip olmaya bağlıdır belki de.
Bursa cezaevinde ıslak ıslak çok dayak yediği için onun en büyük korkusu su olmuştur.
🔸️ÖZDEMİR ASAF
"R" leri söyleyemeyen şair...
Bir gün matbaadan çıkıp Karaköy’e gitmek için bindiği taksinin şoförü sorar:
“Neğeye biğadeğ?” Utancından “Kağaköy” diyemez, “Eminönü” der. İner. Oradan Karaköy’e kadar yürür.
🔸️YAHYA KEMAL
Hiç evi olmamıştır. Ölene kadar otelde yaşamıştır. Nazım Hikmet’in annesine aşık olmuştur.
🔸️TEVFİK FİKRET
Aynı zamanda iyi bir ressamdır. Evinin planını da kendisi çizmiş ve evine isim veren ilk şairimiz olmuştur. En büyük takıntısı: Sol tarafında kimseyi yürütmemek.
🔸️AHMET HAŞİM
Hastalık derecesindeki takıntısı ise: Toprak yemesidir. Haşim’in şiirlerinde hep gün batımı, gece, ay ışığı, hüzün olmasının sebebi çirkin olmasından derler.
🔸️TOMRİS UYAR
Üç büyük şairi ( Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever) kendisine tutsak eden kadın… Bahsi geçen güzel.
🔸️CEMAL SÜREYA
Sevgili Cemal soyismindeki iki y’den birini bir iddia sonucu kaybetmiştir. Evet, soyismi tek “y” ile yazılıyor.
🔸️ORHAN VELİ
Ölümü belediyenin açtırdığı bir çukur yüzündendir. Çukura düşmesi sonucu başından yara almış ve ölüm sebebi bu olmuştur.
🔸️CEMİL MERİÇ
En ünlü sözleri kitap okumak üzerine olan Cemil Meriç gözlerinde oluşan bir rahatsızlık nedeni ile yazıları okumayacak duruma gelmiştir. Gözleri göremez duruma geldiğinde ise yakınlarının yardımı ile yazmaya devam etmiş hatta en verimli eserlerini gözlerinin görmediği dönemlerde kaleme almıştır.
🔸️SABAHATTİN ALİ
Sabahattin Ali su gibi Türkçesi ile kitaplarını kaleme almıştır. Kısacık ömründe hayata her daim pozitif düşüncelerle bakan Ali diksiyon takıntısına sahipmiş. Yanlış telaffuz edilen bir söz duyduğunda hemen bunu düzeltme girişiminde bulunurmuş. Hatta bu durumundan eşi Aliye Hanım oldukça rahatsızmış olur bunu da kendisine söylermiş. Sabahattin Ali bu olayı arkadaşlarına “ Aliye hanım bana bu yüzden fena içerliyor. Karı koca ağız tadı ile kavga edemiyoruz. Kavganın ortasında tutup diksiyon yanlışlarını düzeltiyorum” diye anlatırmış.
🔸️AHMET ARİF
Türkçeyi en iyi kullanan şairlerimizden Ahmed Arif aynı zamanda Zazaca, Arapça ve Kürtçe dillerini de biliyordu. Ata binmeyi daha küçük yaşlarda öğrenen Arif şahlanmayan ata binmezdi. Yaşamının büyük bir bölümünde günde 4 paket sigara içen Ahmed Arif tam bir sigara tiryakisiydi.
🔸️HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
Kulağa sevimli gelen bir alışkanlık! Unutulmaz filmlerden olan Gulyabani filminin esinlenildiği aynı ismi taşıyan kitabın yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar temizlik hastasıymış. Öyle ki, bu özelliğinden dolayı hiç evlenmemiş ve devamlı eldivenleri ile gezmiş. Kendini sosyal ortamlardan soyutlayan büyük yazar evde örgü örmekten çok hoşlanır. Yurtdışından yeni örgü modelleri getirtirmiş. Aynı zamanda örmediği ve yazmadığı zamanlarda mutfağına kapanır ve ev reçelleri yaparmış.
🔸️YAŞAR KEMAL
Yaşamı boyunca Türk edebiyatına sayısız eser bırakan usta kalem Yaşar Kemal çocukluğunda pek bir talihsiz olaylar yaşamış. Babası Van’dan göç ettiği sırada yanına aldığı Yusuf isimli bir çocuğu kendi çocukları ile birlikte büyütmüş. Yusuf’un camide namaz kılarken babasını kalbinden bıçaklayarak öldürülmesine tanık olan Büyük yazar 12 yaşına kadar kekeleyerek konuşmuş. Sağ gözündeki durum ise daha küçük yaşlarda eniştesinin kurban kesmesini izlerken bıçağın bir anda fırlayarak Yaşar Kemal’in gözüne gelmesi ile kör olmasına neden olmuş.
🔸️ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Söylenenler göre Ümit Yaşar yirmi üç kez, kendi sözlerine göre de üç kez intihara kalkışmıştı.
1973 yılında Ümit Yaşar Oğuzcan’ın on yedi yaşındaki oğlu Vedat Oğuzcan, Galata Kulesi’nden aşağı atlayarak intihar eder. Rivayet odur ki, cansız bedeni yerde yatarken avucundaki kağıtta bir not yazılıdır: “Baba intihar öyle edilmez, böyle edilir!.."
Alıntıdır

Helen Mirren bir gün şöyle demiştir:

 Helen Mirren bir gün şöyle demiştir: “Biriyle tartışmaya başlamadan önce, kendine şunu sor: Bu kişi, farklı bir bakış açısını anlamak için entelektüel olarak yeterince olgun mu? Çünkü eğer değilse, bunun hiçbir anlamı yoktur.” Her tartışma senin enerjini hak etmez. Bazen, kelimelerinin ne kadar net olduğunun önemi yoktur, diğer kişi seni anlamak için değil, sadece tepki vermek için dinler. Kendi dünya görüşüne hapsolmuş olan biri, başka bir bakış açısını göz önünde bulundurmayı reddeder ve bu mücadeleye girmek sadece seni tüketir. Yapıcı bir konuşma ile verimsiz bir tartışma arasında fark vardır. Gelişimi ve anlayışı değerli bulan açık fikirli biriyle konuşmak, katılmasanız bile zenginleştirici olabilir. Ama kapalı fikirli biriyle mantıklı bir şekilde tartışmaya çalışmak, sadece kendi inançlarının ötesini görmek istemeyen birine konuşmak gibidir. Bir duvara konuşmak gibidir. Ne kadar mantıklı veya doğru bir şey söylersen söyle, söylediklerini ya çarpıtacak, küçümseyecek ya da reddedecektir, çünkü doğru olduğunu düşündüğü için değil, sadece başka bir gerçekliği kabul etmeye hazır değildir. Olgunluk, bir tartışmayı kazanmakta değil, bir tartışmanın yapılmaya değip değmediğini anlayabilme yeteneğindedir. İç huzurunun, fikrini değiştirmeyecek biriyle bir şey kanıtlama gerekliliğinden daha değerli olduğunu anlamaktır. Her savaş yapılmaya değmez. Herkes senin açıklamanı hak etmez. Bazen, yapabileceğin en güçlü hareket gitmektir. Çünkü söyleyecek hiçbir şeyin olmadığı için değil, bazı kulakların duymaya hazır olmadığını bildiğin için. Ve o yük, sana ait değildir.

BİLL GATES KIZINI NİÇİN YOKSUL BİR GENÇLE EVLENDİRMEYECEĞİNİ AÇIKLADI


Birkaç yıl önce ABD'de yatırım ve finans konulu bir konferansa katılmıştım. Konuşmacılardan biri de Bill Gates'ti ve soru-cevap bölümünde kendisine herkesi güldüren bir soru sordum.
"Dünyanın en zengin insanlarından biri olarak, kızınızın fakir veya sıradan bir adamla evlenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?"
Bill Gates şöyle cevap verdi:
"Öncelikle zenginlik, banka hesabınızda çok para olması demek değildir. Zenginlik, öncelikle zenginlik yaratma yeteneğidir.
Örnek: Piyangoda veya diğer şans oyunlarında 100 milyon kazanan kişi zengin değil, çok parası olan fakir bir kişidir. İşte bu yüzden piyango milyonerlerinin %90'ı 5 yıl sonra tekrar fakirleşiyor.
Ayrıca parası olmayıp zengin olanlar da var. Mesela pek çok girişimci.
Paraları olmayabilir ama finansal zekaları gelişiyor ve bu da gerçek zenginliktir.
Zengin ile fakir arasındaki fark nedir?
Eğer bir gencin okumaya, yeni şeyler öğrenmeye, kendini sürekli geliştirmeye çalıştığını görürseniz o zengin bir adamdır.
Ve eğer bir genç adam devleti suçluyorsa, bütün zenginlerin yolsuz olduğunu düşünüyorsa, sürekli onları eleştiriyorsa o adam fakirdir.
Zenginler, ihtiyaç duydukları tek şeyin bilgi ve birikim olduğuna, ancak o zaman zirveye çıkabileceklerine inanırlar.
Fakirler başkalarının kendilerine para vermesi gerektiğini düşünürler.
Dolayısıyla, "Kızım fakir bir adamla evlenmez" dediğimde paradan bahsetmiyorum. Ben o kişinin servet oluşturma yeteneğinden bahsediyorum.
Gerçek şu ki suçluların çoğu fakir insanlardır. Parayı görünce çılgına dönüyorlar ve nasıl kazanacaklarını bilmedikleri için hırsızlık veya saldırı gibi yollara başvuruyorlar.
Bir gün banka güvenlik görevlisi içi para dolu bir çanta bulur. Çantayı alıp banka müdürüne uzatıyor.
Birçok kişi ona aptal diyordu. Ama gerçekte parası olmayan ama ruhu zengin bir adamdı.
Bir yıl sonra banka kendisine resepsiyon bölümünde iş teklif etti, üç yıl sonra müşterilerle ilgilenmekten sorumlu oldu ve on yıl sonra da aynı bankanın bölge şubesinin müdürlüğünü üstlendi. Şimdi yüzlerce çalışanı yönetiyor ve yıllık maaşı, çalabileceğinden çok daha fazla.
"Zenginlik her şeyden önce bir ruh halidir değerli dostum!"
S.Zabiyaka

Marilyn Monroe

 Marilyn Monroe'nun, büyüleyici açık sözlülüğüyle, bir keresinde Einstein'a, "Birlikte bir bebeğimiz olabilir. Benim gibi güzel ve senin gibi zeki olur." dediği söylenir. Buna göre, görelilik kuramının babası, "Sanırım benim güzelliğim ve senin zekanla daha hızlı doğar." diye cevap verirdi. O zamanlar henüz bilinmiyordu (testler daha sonra yapıldı), Marilyn Monroe'nun IQ'sunun "tüm zamanların en büyük dehası"nın beş puan üstünde, 165 olduğu. Marilyn Monroe (Norma Jeane Baker, 1926-1962) harika bir okuyucuydu. Evinde yaklaşık bin kitap bulunan bir kütüphanesi vardı ve saatlerce edebi eserler, şiir, tiyatro, felsefe okuyarak geçirirdi. Yaşama arzusunun yanı sıra ruhunda muazzam bir merak ve dizginlenemez bir bilgi açlığı vardı. İşte bu inanılmaz kadının harika sözlerinden bazıları: "Başıma gelen en iyi şeylerden biri, bir kadın olmamdır. Tüm kadınlar böyle hissetmeli." "Köpekler ısırmaz. İnsanlar öyle." "Bahar gibi hissetmiyorum. Sıcak kırmızı bir sonbahar gibi hissediyorum." "Üzgün olduğunuzda gülün. Ağlamak çok kolay." "Çocukken kimse bana güzel olduğumu söylemedi. Tüm çocuklara güzel oldukları söylenmeli, güzel olmasalar bile." "Biriyle mutsuz olmaktansa yalnız olmak daha iyidir." "Kusurluluk güzelliktir ve delilik dehadır. Sıkıcı olmaktansa gülünç olmak daha iyidir." "Hayal kırıklıkları gözlerinizi açmanızı ve kalbinizi kapatmanızı sağlar." "Büyük bir dünyada sevecek birini bulmaya çalışan küçük bir kızım." "İnandığım birini asla terk etmedim." "Hiç kimseyi aldatmadım. Bazen erkeklerin kendi hatalarını yapmasına izin veriyorum." "Tüm kurallara uysaydım, hiçbir yere varamazdım." "Bir erkeği sevmek onunla yaşamaktan daha kolaydır." "Başını öne eğme, alnını dik tut ve gülümse, çünkü hayat güzel bir şeydir ve gülümsemek için birçok nedenin vardır."

Alıntı

11 Mart 2025 Salı

Avar

 Yıllar önce İzmir Kadınlar Hapishanesindeki mahkum kadınlara akşam

dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı.
Bir gün milli eğitim müdürünün odasına zayıf, ufak-tefek bir genç kız
girdi.
- Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim, dedi.
Müdür şaşırmıştı. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik son
derece de hassas bir insana benziyordu.
Müdür bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey
değildi... Lakin düşüncesini belli etmedi.
- Peki, hoca hanım, dedi. Bu işle meşgul olacağım.
İki hafta geçmeden, genç kız, soğuk ışıklar altında hapishane koğuşundaki
akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra, ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor,
süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı
adımlarla evine koşuyordu.
Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içinde idi.
O, kavgacı, o geçimsiz mahkumlar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya
başlamışlardı.
Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu.
Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren kızın, bir süre sonra acayip bir
suçla adliyeye götürüldüğünü görüyoruz.
Hakkındaki suçlama: Misyonerlik...
Gittikçe kabaran dosyalar, hep misyoner öğretmenden bahsediyordu.
Neler de neler yapmamıştı ki:
Kadınlar hapishanesi derken, Kinder Garten Teşkilatında çalışmalar,
çocuklara iyi insan olmak etrafında birtakım telkinler.
Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne idi....?
İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Ankara'ya kadar intikal etmiş ve onca
mühim işi arasında Atatürk meseleyi merak etmişti.
- Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz, dedi.
Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen Sıdıka
Avar'ı yanına çağırttı. Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit bir
yaprak gibi titriyordu.
Atatürk, bu ufak-tefek kıza hayretle baktı.
- Misyoner öğretmen sensin, öyle mi?" diye sordu.
Avar şaşırmıştı. Yavaşça,
- Efendim, ben öğretmen Avar, diye fısıldadı.
Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle
şunları söyledi:
- Hayır. Sen misyoner Avar'sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım.
Ondan sonra da Atatürk fikirlerini açıkladı:
"Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla
kazanılabilirdi. Genç öğretmen Doğu'ya gidecekti.
Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile
toplayacaktı....Onları, bu toplumun potasında yetiştirecekti; sonra bu çocuklar
birer ışık huzmesi altında köylere gönderecekti."
Sözlerinin sonunda:
- Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin, dedi.
Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün yanından çıktı.
İşte yıllar ve yıllardır Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde bu inanılmaz işle meşguldür. Şimdi; Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık-tefecik kadından bir azize gibi bahseder.
Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde sayısız Avar şarkıları vardır.
O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.
Avar, Doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadının, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler:
- Kızımı da götür, Avar...! diye atın üzengisine yapışıyorlar.
Şehre, Avar'ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz.
Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm
Hikmet Feridun Es
Hayat Dergisi 1957
Sıdıka Avar; gazeteci Banu Avar'ın annesidir.
Alıntı

4 Mart 2025 Salı

1970’li YILLARDA TUNCELİ’DE GÖREV YAPMIŞ, EDİRNELİ KADIN ÖĞRETMEN


"Boşuna uğraşmayın, ne derseniz deyin... Ne yaparsanız yapın, beni vaz geçiremeyeceksiniz" diyorum.
"Ama sen çok güzelsin " diyor Annem..
-Ne olmuş güzelsem!!!..
-Seni orada rahat bırakmazlar!!
Malum... Erkek egemen toplumda, güzel kadın olmak suç... Erkeklerse. Pürü pak... Kadın olmaktan kaynaklı bir olumsuzluk yaşandığında; eee.... o da o kadar güzel olmasaydı gibi, saçma sebepler aranabiliyor.
Yıl 1976 Ağustos....20 li yaşların başındayım...Yeni mezun genç ve güzel Matematik öğretmeniyim.. Atamam Tunceli Endüstri Meslek Lisesi’ne yapılmış... Ailem gitme diye diretiyor... Edirne nere... Tunceli nere diyorlar. Hem sen Edirne gibi çağdaş bir şehirde çok rahat ya-şamaya alışmış bir genç kızsın...orada yapamazsın.. hem rahat bırakmazlar.. seni..
Kim bırakmaz???..
Erkekler..
Oysa ben, hiçbir mecburiyetim... devlete hiçbir borcum olmamasına karşın.. İdealist bir nefer olarak, ülkemi tanımak adına, bir köy okuluna bile hazırlamıştım kendimi. Her ne kadar şehirde doğup büyümüş olsam da... Ama zaten atamam şehir merkezine yapılmıştı.
Anneme göre .... Trakya’dan ötesi...tu.. kaka şeklinde..
Hııııh!!.. işte ... Anadolu... çünkü en uzak mesafesi. İstanbul anneciğimin.
Sanmayın ki; bu düşüncede olan sadece annem... Öğretmenlerim de aynı düşüncede... bir belge almak için gidiyorum okula..
"Gel bakalım, seninle biraz konuşalım, gideceğin okul, yetişkin erkek öğrencilerin eğitim aldığı bir okul.. sen de çok dikkat çekicisin...şöyle giyin.. böyle davran.." gibilerden uyarılar.
Kimsenin uyarılarını dikkate almıyorum...ben kendimden eminim.. Gidicem ve öngörülen hiçbir olumsuzluk yaşamıycam..
Kararlılığımı gören babam; Adliyeci olmanın getirdiği bağlantıları kullanarak. HAMİLİ KART YAKINIMDIR... tarzında..tüm yönetim kademelerinden.. selamlar.. mektuplar.. kartlar topluyor.
Validen .. vali yardımcısına, Emniyet amirinden ..
emniyet amirine, başhekimden.. Başhekime,
savcıdan ...savcıya,. Hâkimden... Hâkime.
Hani kızıma, göz kulak olsunlar oralarda... babından...
Ailecek çıkıyoruz yola... İstanbul’dan öte yolculuk yapmamış biri olarak, yolculuk çok yorucu gerçekten. İstanbul’dan 24 saat... Gözümü kırpmadan iniyorum otobüsten... Sarhoşluğun ne demek olduğunu anlamış biçimde...
Çok iyi karşılanıyoruz. Tuncel’inin en güzel okulu, şehrin göbeğinde... Lojmanları da var. Ama şöyle bir sorun var.. Lojmanda tek başıma kalmam gerekecek...
Çünkü okulda benden başka DİŞİ ..SİNEK BİLE YOK!!!.
Bol öğretmenli.., bol öğrencili...büyük ve yatılı bir okul. Eğitim binası, atölyeler, yatakhane, yemekhane, geniş yeşil alanlar..40 dönümlük bir alana yayılmış.. dört tarafı ana yollarla çevrili.. Adeta bir kampüs. Ama dedim ya...dişi olarak benden başkası yok!!!... koca okulda.
Ana yola ve atölyelerin bahçesine cepheli lojmana yerleşiyorum. Bütün ev ihtiyaçları zaten yatılı olan okuldan karşılanıyor, yemeklerimi okulda yiyebileceğim söyleniyor. Okulun karşısında..(.sonraki yıllarda koli tartıcısında kızımı da tartmak zorunda kalacağım...)
Şehir postanesi...200 metre mesafede Devlet Hastanesi...yani hayal ettiklerimin çok..çok..ötesinde.
Annem biraz ikna olmuş gibi...Babam hamili kart görüşmelerini de yapınca .. beni bırakıp dönüyorlar.
Okullar açılıyor...el bebek, gül bebek tarzındayım.. Hani yaz gecelerinde, bir ışık kaynağının etrafında dönen pervane kelebekleri vardır ya...aynı o şekil....herkes etrafımda pervane...her şey çok güzel... hiçbir olumsuzluk yok.. Evli olan öğretmen arkadaşlarımın, eşleriyle de arkadaş oluyorum, zaten hepsi lojmanlarda. Her gece, başka biri beni yemeğe alıyor.. Ama halktan henüz uzağım.
Tunceli’de de düşünce değişmiyor. .arkadaşlarımın eşleri; "Seni ilk gördüğümüzde ..saçtığın ışıltıdan korkmuştuk...ayyy...bu hoca hanım bu kadar genç delikanlının içinde ne yapacak, bari bir önlük giyse üzerine de...derse girerken demiştik,.. bir sabah evden beyaz bir önlükle çıktığını görünce rahatlamıştım.. ama...aynı gün önlüklü halinle kapımı çaldığında...ışıltının daha da çoğaldığını gördüğümde.. yapacak bir şey yok!!! Allah vergisi... dedim" diyordu. İşte...ister doğu.. ister batı.. her toplumdaki fikir; erkeği eğitmek yerine.. hep kadının kendini kollaması üzerine kurulu.
Ama ..ben ne yapıyorum...
"Hocam....valeybol turnuvamız var seyretmeye gelirsiz?? dediklerinde.." Ne demek seyretmek beni de oyuna alın" diyorum.. Hepsinin gözleri faltaşı...
Hocam siz valeybol oynirsiz???..oynuyorum elbet deyip sınıf öğretmeni olduğum sınıfın takımında turnuvaya katılıp kazanıyoruz sınıfça... Hiçbir erkek öğretmen arkadaşımın ilgilen-mediği turnuvalarla çok ilgiliyim..
Başka bir gün...öğle arası.. nöbetçiyim.. bütün anahtarlar bende.. bir öğrencim;
-Hocam...masa tenisi odasının anahtarıni verin de oyniyalim ..diyor
- Bir şartla ..beni de oynatırsanız..
- Ne dirsin hocam!! ping pong oynirsiz???
-Oynuyorum elbet...hem de ..derslerimi kırıp... oynayacak kadar hastasıyım...
Gene şoktalar...hepsini de kırıp geçirince.. NAMIM alıp yürüyor ..hem okulda.. hem Tunceli’de..
Hem çok güzel...hem spordan anlir!!!
Artık neredeyse cinsiyetsizim gözlerinde..
Hepsinin sevgili öğretmeni, arkadaşlarımın kardeşi, neredeyse emeklilikleri gelmiş, muhasebecimiz Mahmut Amca’nın ve aşçıbaşımız Bekir Amca’nın kızıyım...
Bana onlardan zarar gelmesini bırakın...etrafımda görünmeyen ...ama.. hissettiğim.. koca bir koruma ordum var.. Hattâ...erkeklerden çok.. kadınların ilgisini çekiyorum.. Siyasi yanları ağır basan, başka okullardaki bayan arkadaşlarım.. hafta sonları mahallelerde kadınlarla yapacakları toplantılara beni de götürmek istiyorlar..
-"Senin de geleceğini duyan kadınlar.. seni görmek için olsa da toplantıya katılıyor.. ne olur bu sefer de gel bizimle...sen olunca kolayca toplanıyorlar.." diyorlar.
Öğrencilerimin anneleri okula gelip "Hoca hanim!! bizim oğlan, bi anlatir...bi anlatir...seni.. merakımdan görmeye geldim".. diyor.
Sonuçta;
hakkımda yapılan öngörülerin hiçbiri gerçekleşmiyordu...en ufacık bir rahatsızlığım dahi yoktu.. ne bir olay...ne bir söz..
Tunceli bambaşka bir şehir çünkü...adi suç oranı SIFIR diyor, hakim tanıdığımız.. sadece siyasi suçlar var..
Eğitim düzeyi en yüksek seviyedeki illerimizin başında geliyor... Ayrıca siyasi yanlarından kaynaklı Devrimci bir yüksek ahlâk seviyesine sahipler.
Tek başına yaşayan bekâr ve dikkat çekici ben, evlenip eşim 18 aylık askerlik görevini yaparken de.. gene tek başına evli bir bayan olarak.. En ufacık bile olsa beni rahatsız edecek bir olay asla yaşamadım.
Tunceli hakkındaki bütün önyargılar yıkılmıştı artık ..
O, yüksek ahlâk sahibi Tuncelililer.. halâ kalbimin en güzel yerindeler..
Haaa!!!!...hamili kartlar ne oldu diye merak ediyorsanız söyleyeyim... onların hemen hemen hepsi.. EVLİLIK TEĶLİFİ OLARAK dönüş yaptı.. Vali muavininden başlayıp sırasıyla hakimi, doktoru, mühendisi...sıraya girdi.. Sanırım yanlış anladılar.. Babacığım. Hani göz kulak olun babında demişti ama...onlar işi tek başlarına sahiplenmeye kadar götürdüler..
Rahatsız ettiler mi???..Asla..
Red cevabı aldıklarında.. YA BENİMSIN ..YA TOPRAĞIN DEMEDİLER... Hepsi de çok beyefendiydi de.. benim evlenmek gibi bir derdim yoktu..
Yıllarca evimizde espri konusu oldu, teklifler...
-Baba bak!!!...kıymetini bil...Annemi ne doktorlar.. ne mühendisler... ne hakimler.. ne valiler istemiş te ..o seni seçmiş.
Karşı saldırı gecikmiyor..
-Siz biliyor musunuz ??...bana kaç tane kız Aşk mektubu yazdı da. Ben Annenizi seçtim...
Önyargıları yıkmak ..atomu parçalamaktan zordur ..denir ya...ben inanmıyorum... Yeter ki yıkmak isteyelim...
Selâm olsun...Tunceli’ye ve yüksek ahlâklı Tuncelilere..
Naciye Akay Ocak 2021 Urla