HEYAMOLA'dan Bir Öykü Kitabı Prinkipo Fırtına Burcunda - Zeynep Aliye Prinkipo Fırtına Burcunda, Zeynep Aliye’nin Büyükada üzerine yazdığı öykülerden oluşuyor. MS. 569’da II. Justin’in kendisine bir saray ve bir manastır inşa ettirip yerleşmesiyle Prinkipo yani Prens adası olarak anılmaya başlanan ancak kısa zamanda sürgün prenslerin, devrik imparatorların adası halini alan Büyükada’yı, pek de bilinmeyen yanlarıyla öyküleştirmiş Zeynep Aliye. Akşamları krallığın altın tacını uzun bukleleri üzerine geçiren bir imparatorun ertesi gün kafası kazınmış olarak bir manastır hücresinin gönülsüz sakinine dönüşmesini ya da oğlu tarafından kendi yaptırdığı manastırda sürgüne mahkum edilen bir imparatoriçenin, zindanın taş duvarlarında yankılanan çığlıklarını duymak mümkün oluyor. Aynı şekilde, Stalin tarafından sürgüne gönderilen Troçki’yi de, 4,5 yıl yaşadığı köşkün çatısındaki baykuşların gözünden anlatmayı başarıyor yazar. Sık sık adayı kuşatan sisin, bin bir ayağı, bin bir kolu ve dört bir yanı aynı anda gören gözleriyle Kadıyoran, Türkoğlu, Maden, Tepeköy, Alpaslan ve Nizam’ı kavrayışı; Taş Mektep, Perili Köşk, Troçki Köşkü, John Paşa Köşkü, şairlerin kulesine iç geçirerek baktığı Kırmızı Kuleli Köşk, ağırladığı konuklarla bir döneme damgasını vuran Çankaya’daki Beyaz Köşk dahil, ahtapot kollarıyla önüne çıkan her şeyi ele geçirişi de bir diğer öyküde işleniyor. Aya Yorgi’den sisin kalktığı müjdesini verecek olan yüz yıllık çanın sesi duyulana dek adalıların, tesbih çekerek, ikonların önünde diz çöküp bu felaketin bir an önce sonlanması dileğiyle adaklar adayarak ya da mum yakarak korku ve çaresizlik içinde bekleşmeleri masalsı bir dille hikaye ediliyor. Aya yorgi manastırının yokuşunu tabanları kan revan içinde tırmanan rahiplerin yürek yakan duaları rüzgar tarafından kulaklarımıza fısıldanırken, bir zamanlar nüfusunun neredeyse tamamını oluşturan Rum balıkçı ve denizci ailelerinin zorunlu sürgünle ayrılmak zorunda kaldıkları Büyakada’ya duydukları sonsuz özlemi de denizin hırçın dalgaları haykırıyor. Hristos tepesindeki Rum Yetimhanesine de düşüyor yolumuz. Binada çıkan yangın sonucu iki çocuğun yanarak can verdiği, bahçedeki kuyuya düşen çocuklardan birinin de oraya bakmayı kimsenin akıl edemeyişi yüzünden öldüğü söylentisiyse bir başka öyküde işlenmiş. Su perisi Martha’dan, Lefter’e, gazeteci Necmi Tanyolaç’a, lodosun fiyakasını usta dümen kırışlarla bozan Yusuf Kaptana, gönüllü sürgün Reşat Nuri’ye; adanın ünlü sakinlerinin sokaklarda gezdiğini, görür gibi oluyorsunuz kitabı okurken. Fakat günümüzde, kanatları kırık martılar, kulakları kesik köpekler, terk edilmiş kediler, seferden kaldırılmış gemiler, kilitli tutulan kapılar, kurumaya terk edilmiş kızıl çam ormanıyla, Büyükada alabora olmak üzere bir gemiden farksız artık. Uğradığı ihanetler, terk edilişlerle yalnızlaşıyor, içine kapanıyor ada. Kuğuyu çağrıştıran köşkleri; çınçınlı faytonları; şık zarif kadınları ve erkekleri, mis gibi yasemin ve zambak kokuları yavaş yavaş geri çekiliyor. Sansar Hilmi gibi uyanık kişilerin yaşlılık ve yalnızlık gibi iki amansız düşmanla boğuşan köşklerin yerine apartman dikme planları kurduğunu görüyor ama ne yazık ki elinden bir şey gelmiyor. Fırtına burcundaki Prinkipo’yu sonsuza dek yok olup gitmesinin hemen öncesinde, yaseminler zambaklar hala kokarken, sakalar hala bahar ziyaretlerini sürdürürken, son derece şiirsel diliyle fotoğraflamış Zeynep Aliye. Heyamola Yayınları www.heyamola.net