8 Haziran 2016 Çarşamba

Freud “30 sene ruh doktorluğu yaptım kadınları anlayamadım” der.

Freud “30 sene ruh doktorluğu yaptım kadınları anlayamadım” der. Doktorların en sevdiğim yanı hipokrat yemini yaptıktan sonra olaylara insan sıcaklığı ve sevgisiyle yaklaşmalarıdır. Bonliyo trende seyhahat ettiğimde,iç hastalıkları doktoru ile sohbetimizde, hastalarla nasıl anlaştığını sordum, o da bana; - İnsanları oturup sohbet edip önce psikilojik olarak rahatlattıktan sonra muayene ettiğini söyledi. Sohbetimiz derinleşti. Yol boyunca konuştuk, doktor anlattıkça anlatıyordu. sonunda kanser hastaları ile yapılan röportalarda genelde içine dökmedikleri içindeki yeşil zehiri dertleri atmadıkları için hasta olduklarını da öğrendim.

Ailede toplumda yaşantımızda her zaman dört dörtlük yürümediği zamanlarda oluyor. Bu sorunları içimize atmaktansa yakın bulduğumuz insanlara açmak çözüm üretmek zamanında zaman mekan değiştirmek yolculuk yapmak, neşeli hayat dolu insanlarla muhabbetlerimizle sohbet etmekle belkide yalnızlık duygusunu unutur, olaylara daha olumlu bakarız. Bazıları kendilerini o kadar yalnız hissederki, sanki bir çin ordusunun içine koysanız bile o kalabalıkta kendini yalnız çaresiz güçsüz bir dünya ile başbaşa kaldığını hisseder. Türk kadınları da güçlüdür. Güçlükleri yenmesini çok iyi bilir. Anadolu ismini de Türk insanının kurtuluş harbinde verdiği mücadeleden dolayı çoğu insanımız şehit ve gazi olmuştur. Nice türküler yazılmıştır. “Burası yemendir gülü çemendir. Giden gelmiyor acep nedendir.”, “Çanakkale içinde aynalı çarşı, ana ben gidiyom düşmana karşı.” ağıtları yakılmıştır. Türk toplumu bir anlamda zaten ağıt toplumudur. Yiğitlerini harbe gönderip, gidipte dönmeyenler için analar, genç yaşta dul kalmışlardır. Ana çok olduğu içinde anadolu ismini almıştır. Anadolu yurdu korunmak zorunda kalmış, amazonlar kadınlarının yurdudur, ülkesidir. Türk kültüründe ananın yeri bir başkadır.

Her ne kadar son sözü erkek söylese de o da “peki hanımcım” der. Daima yuvayı dişi kuş yapar. Hele amazon anneler oğullarını da arkalarına aldıkları zaman onlara güç yetişmez. Onun için kızı olmayan kendini baba olarak görmesin denir. Analar için de oğlun yoksa kendini kadın olarak görme denir. Aslında evlat evlattır. Oğlun olduğunda gelinin kızın, kızın evlendiğinde damadın zaten oğlundur. Olaya öyle bakmak lazım. Sonuçta hayat devam ediyor.

Her eve lazım diye bir koca buluyor evleniyorsun. Olur ya, hastalığı var, kazası var, belası var. mutsuz olup yaşamaktansa, mutlu olup yalnız kalmakta bir hayattır. Hayatta herşeye normal bakmak lazım. Kadın da olsa erkekte olsa boşanmakla hayat bitmez, hayat devam eder. Dünyanın sonu değil ya. Bir şekilde hayat güzellikleri, yaşama zevkleri, sağlıklı yaşamanın güzelliği, hayat işte bu devam edip gidiyor. Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Hangi azgın bana zincir vuracakmış şaşarım şiirini okuyunca, mutsuz çekilmez olan evlilik halkalı köleye döndükten sonra hem kendine eziyet hemde başkasına eziyet çekilmez olduktan sonra neye yarar. Çocuklar da, mutlu bir şekilde hayatını sürdürmek istiyor. Batı toplumunda, ekonomik durum iyi olduğu için, ufak bir anlaşmazlıkta, kısa süre içinde boşanıyorlar. Boşanmanın da birçok sebebi olabilir. Ekonomik, kültürel anlaşmazlık, vücutlarda ki beden uyuşmazlığı, erkeklerdeki cinsel güçsüzlük, genelde kadında olan cinsel soğukluk, aileden gelen baskılar çevreden gelen mahalle baskısı bütünlüğü, cinselliğin kötülenmesi, ister istemez evliliğe karşı olumsuz duygular beslenmesini doğuruyor. Sonuç ne olacak, batı toplumunda çocuk, öğretmenine “Öğretmenim, benim annemde babamda çok, Erkanın sadece bir annesi bir babası var.

Tek anne ve babası olduğu için dalga geçiyorlar.” Çocuklar cinsellikle ilgili bilgileri anneden, babadan arkadaşlarından akrabalarından öğrenir. Kız çocuklarını küçükken ayıcıklarla yetiştirirsen, sonunda karşısına canlı bir ayı çıktığında anlaşamaz. Erkeklerde erkeklik hiç bitmez. Artı sonsuz, eksi sonsuz. Hatta öldüğü zaman ilk önce mesanesindeki erkeklik hücresi akar. Doğa dengesini böyle kurmuş ama kadın başka. Evlendiğin de ilk başta , belki hoşuna gidiyor cinsellik? Çocuklar olduktan sonra bir angarya olarak görür. Cinsellkten soğur. Erkeklerde genç yaşta, ya prostat ameliyatı olur ya da doktor “bir şeyin yok. Erkekliğin dört dörtlük” dedikten sonra “uzun evlilikten sonra görülen şeyler” der. Anneler neler doğuruyor deyip, başka adreslere yöneldiklerinde bu seferde evlilik bunalımı başlıyor. Zaten evliliğin temeli beraber olmak ve tektir. Bunu doğada hiçbir canlı inkar edemez. Boşanmak üzere olan çiftlere tavsiye edilen sekstir.

Seks yapın, geziye çıkın, yakın akrabalarınızla diyolağa girin, neşeli insanlarla arkadaş olun, sevgiyi saygıyı elinizden bırakmayın, denir. Güven bir saksıdır. İçindeki gülde sevgidir. Saygı kaybolduktan sonra da sevgi bitiyor. Sonra da aile bunalımları, çocuklarda bunalım ve toplumda bunalım artıyor. Kadınlar evlerini kale gibi korumalıdır. Artık kaleden sorumludur. Kadınlar için ne güzel şiirler yazılmıştır. “Yar yar seni kara saplı bıçak gibi kalbime sapladılar.” Bedri Rahmi Eyüpoğlu. Nazım Hikmette kadınlar şiirini ne güzel yazmıştır; Kadınlar Ve kadınlar, bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız İnce uzun bedenleriyle uğruna hapis yattığımız Nice güzel sevdalar çekmiştir. Aşık Veysel; kavuşamazsan aşk ,kavuşursan evlilik olur diyor. Güzel duygularla evlenip birbirleriyle aynı duyguların devam ettirmeleri ne güzel. Belirli yaşın üstünde olan insanların, sevgiye, sevgililiğe değer vermesi ne güzel. Mesela kadının kocasına bir gül vermesi ne güzel. Demek ki kocası da zamanında kadınına çok gül vermiş. Onun için diyorlar ki, evlenirsin ya mutlu olursun ya da filozof. Zaten evllikleri en çok sürdürenlerde filozoflardır. Politikacılardır, yazarlardır. Lev Tolstoy bile, karısının dırdırından bıkıp hep kendini yazmaya vermiş.

Dünyanın tanıdığı bir yazar olmuş. Nuh peygamberi bile, hanımı canından bezdirmiş. Nuh'ta peygamber sabrı olduğu için peygamber olmuş. Kadınlar kadınlar. Zor kadınlar. Kimileri hayatı kendine güzel yapan hemde kocasına yaşatan kadınlar. Kimi kadın sadece kendini mutlu eder. Kocasına hayatı zehir eder. Ondan sonra nuh tufanı çıkar tabi. Kültür uyuşmazlığı çok önemli. Ortaçağ kültürü ile yetişmiş bir insan kadına değer verebilir mi? Böyle bir insan değer görmeyi hakedebilir mi? Ama diplamalarında yüksek tahsilli. Doktor, profesör olabilir. Bakalım o kültürü hak edebilmiş mi? Böyle bir mağara adamıyla yaşam ne kadar devam edebilir? İnsanın yaşamı zindan olur. İnsanlar birbirleriyle yaşadığı zaman beraber yaşadığımız en güzel günler diyebilmelidir. Evliliklerde hiç mi kavga dövüş sataşma olmaz? Elbette olur. O da evliliğin tadı tuzudur. Ama birbirini kırmadan insanlar sahip olduklarının değerlerini bilirler. Değerlerini bilmezlerse geçen zaman içersinde pişmanlıkta duymazlar. Sen elinden geleni yapta, karşısı çekmezse yapacak Bir şey yoktur. En iyisi ayrılmaktır. Şendul olarak hayata tutunup mücadele etmeye karar vermek demektir. İnşallah karşıma iyi bir insan çıkar, zaten birinci evliliği anne baba buluyor ikinciyi Allah gönderir, üçüncüyü şeytan.

Allah'ın vicdanına sığınmak lazım. Şeytana uymakta var. insan olduğumuza göre şeytana her an uyabiliriz. Şendul olduğuna göre zaten bir anlamda şeytanla evlilik yapmışsın demektir. Bütün yollar enkaz darbeler, ihanetler yalanlar üç kağıt alavere dalavere, seni çok seviyorum diyip kandırmalar, aslında emin olmadıktan sonra inanmamak lazım. Seni seviyorum sözü bir kulağıdan girip diğer kulağından çıkmalı. Çocukların sorunu da aynıdır. İki arada bir derede. İster istemez kişilik bunalımları başlar. - Anne “bu kuşların anneleri babaları yok mu?” demeye başlar. Kadın elli tane köpeği elleriyle besliyor, çok iyi anlaşıyor. Kocasıyla anlaşamıyor. Kediler kraliçesi elli tane kediyi peşinde besliyor. Martılarda deniz kızlarıyla dans ediyor. Balkonlar da kadınlar tarafından besleniyor lar , kadının aşkı sevdası oluyorlar.Hayat böyle birşey. Hayatla mücadele bir kat daha artar. Geçim ayrı bir sorun. Akıllı insanlar sorunu çözmenin yolunu bulmak için iki taraf içinde eğer bencillik yoksa, hoşgörü varsa, zaten mesele atla deve değildir ki? Çözülür. Yeter ki, geçinmeye gönlün olsun. Boşanan erkekler bunalımlara daha yatkındır. Alıştığı bir düzeni vardır. O da bitince kendini sudan çıkmış balık gibi hisseder. Hayat bu ya dedik, uzun bir süre iyi kötü giden evliliklerde , ölüm ayrılığı da oluyor, hayat bu kadınlar daha ömürlü oluyor, dul kalıyor. Ama kadınlar daha dirençli daha mücadelecidir. %65'i çoluk çocuğa karıştım. Bundan sonra çocuklarım için yaşarım diyor. Diğer kalan %35'i ise hayat devam edip gidiyor, yaşama fora yelken açıyor. Belki başta, baş ağrıları alıştığı düzenin dışına çıkma, toplumda kolay aldatılacak görülüyorsa da, kişinin kendine kalmış bir olaydır. Kadınlarda dayanışma daha fazla ve iletişim sorunu yaşanmıyor. Altın günleri lise arkadaşlarıyla toplanma, yaş günler dans partileri, yeni insanlarla tanışma, ikinci üniversiteyi okuma, el işi, resim müzik yazma kurslarına katılma, çeşitli etkinliklere katılma olabiliyor.

Dul kadınlar , boşandıklarında veya kocalarını kaybettikten sonra , bunalıma giriyorlar. Kocalarının kıymetini anlıyorlar. Yaşamları boyunca şikayet ettiği kocaları artık onların birtaneleri oluyor . Artık koca yoktur, mezardan çıkıp gelemezler de . Yaşlılık bunalımına giriyorlar , kendilerini estetik merkezinde buluyorlar . Yüzleri gerdirip , botoks, dolgu bir sürü operasyonla gençleşmeye çalışıyorlar. Maske takmış gibi ifadesiz yüzleri ile, genç koca peşine düşüyorlar. Hısım akraba araya girip birsürü ,yaşına uygun emekli beyler buluyorlar. - Bak Yeşimcim, bu adam iyi bir insan emekliliği var , malı mülkü, çocuklarınıda evlendirmiş torun torba sahibi tam sana göre bir tanı diyorlar Yeşim; - Aman ben ne yapayım onu yaşlı başlı , of ! içi geçmiş ben gençeçiğim genç koca isterim . Bunu duyan akrabalar şaşırıp kalıyor. - Nasılda kendini genç görüyor . Kendinden geçmiş .

Aklı gitmiş bunun diyorlar. Bu durum daha vahim hal alıyor. Zamanla asıllığını kaybediyor, kendini maskeli yeni yüzü ile ,öyle genç görüyor ki torunlarından kaçınıyor. Sanki onlar yokmuş gibi Sedef; - Of yaşım ortaya çıkacak , - Hayır bana babaanne veya anneanne , demesinler demeye başlıyor. Gerçeklerden kaçan , kendini aşırı beğenen , saçma sapan hareket eden komedi bir insan oluyor. Arkadaşları ile toplandıkları günlerinden hepsi aynı model, fabrikadan taze çıkmışlar gibiler Öyle burunları havadaki , düşse almayacaklar. Birbirlerine hava atıyorlar. Hiçbiri geçirdikleri operasyonları anlatmıyor. Banu; - Allah vergisi hiç yaşlanmıyorum - Ay beni görenler şaşırıyor.

Çocuklarınla aynı yaştasın . Bu ne gençlik böyle diyorlar. Sonrada haris bir ifade birbirlerine bakış atıp, mutlu mutlu gülüyorlar . Hayatından ne de olsa ,çok memnunlar , dolgu ile doldurulmuş, botoks ile gerilmiş yüzlerinden hepsi çok eminler. Hiç kıpıdamayan kaşları ile dik dik bakıyorlar. Dolgu ile şişmiş , hissiz dudakları yemek yemelerine engel olsa da , genç olmanın memnuniyeti ile birbirlerini kıskandıra ,kıskandıra kasılıp duruyorlar. İnsana bu nasıl gençlik demezler mi? Kleopatranın kil mağarasına mı girdiniz ne olduda böyle genç oldunuz demezler mi? Ama hepsi aynı kafada kendi gerçeklerini unutmuş , kansere davetiye çıkarmışlar bundan bir haberler. Birbirlerini kıskanıp kıskandırıp ,kapris yapıp, birbirlerinin dedikodularını yapıp ,duruyorlar. Abartılı tavırları ile farklı bir insan modeline dönmenin memnuniyeti içinde, hayatlarını yaşıyorlar. Bazen öyle bir hal alıyorlar ki , mantık bitiyor. Gezip çok beğendikleri mekanları kendilerininmiş gibi pay ediyorlar . Nasıl bir bütünleşme içindedir ki dünyaları , buna akıl sır ermiyor. - Kız kulesi senin, galata kulesi benim olsun. Bu nasıl olacaksa. Artık hayata bakış acıları değişiyor, başka bir boyut insanı olmuşlardır. Yapmacık gülmeler, hiç yoktan kapris yapmalar, megolaman hareketler, kendilerini genç kız görmeler ,başlıyor. Bu kişilik değişimi onların dünyasını da değiştiriyor.

Aynaya baktıklarında kendilerini inanılmaz güzel görüyorlar. Deniz; - Bu yaşıma kadar yaşamadım , daha ömrüm ne kadar, buruşuk elbise ile gezmiyorsam buruşuk yüzle de gezmiyecem diyorlar. - Anneyim ,ama anneler de aşık olabilir - Gençliğimi yaşayacağım , daha benim yaşım kaç diyerek kendilerini genç atmosfere sokuyorlar. Sanki 18 lik, müzellikler. Genç erkek peşinde dolaşıyorlar. - Genç istiyorum, benim gibi harika bir kadının yanına genç erkek yakışır, diyerek tavır takınıyorlar. Tanıdığı ,doğrucu olan ,Mücella hanım - Genç erkek gençe gider seni ne yapsın, belki paran için gelir diyecem, sende o da kısıtlı, bence bu tavrından vazgeç, yaşına uygun birini bul . desehemen kızıyor, - Sen beni kıskanıyorsun. Benim iyi olmamı istemiyorsun. - Ay ben neymişim meğer , benim güzelliğimi özelliğimi çekemiyorlar diyor. - Gezicem yiyecem, giyinecem hayatımı yaşayacağım diyerek kendilerini motive ediyorlar. Bazıları bunu öyle abartıyor ki giyim mağzalarından kendini alamıyor. Aksesuarlar çeşit çeşit takılar, her parmakta abartılı yüzükler vs Her biri yaşlılığa meydan okuyan , maskeli kıraliçeler oluyorlar, Hayatlarını , neşeli hale getirdikten sonra, özgüveni de arttıktan sonra, önce bireysel toplumsal dünya meselelerine torunları ile bile tartışabiliyorlar. Bazen de gittikleri günler de ,neşeli geçsin diye, neşeli seks fıkralarını anlatarak günlerini güzel geçiriyorlar. Fıkra anlatmak ta bir sanat, içlerinden biri diyor ki; Evin emeklisi kocasını, kadın; - Arkadaşlarım gelecek, günümüz var diye evden dışları yolluyor.

Evin emeklisi çok meraklı , bir arkadaşından duymuştur. - Dul kadınlar, onların anlattığı fıkralar harika. Adamcağız evin cam tarafına gidiyor; - Bakayım bu kadınlar bir araya gelince neler anlatıyorlar diyor. Duvara yaslanıp onlan biteni dinlemeye koyuluyor. Kadınlardan biri ballandıra ballandıra anlatmaya başlıyor. - Biz kadınlar banka gibiyiz bakın diyor. Bacağı güzel kadınlar akbank, poposu güzel kadınlar garanti bankası, bacak arası güzel olan kadınlar şekerbank.

Evin bey'i dayanamıyor pencereden uzanarak: - Bende demirbank. Hayırlı işler diyor. Adeta ,Haydar Dümen'i kıskandıracak fıkralar bunlar. Aşk fıkraları biter mi? bir diğeri diyor ki; - Aşk süresi ülkelere göre şöyleymiş Fransızlarda aşk, otuz dakika. Onbeş dakikası sevişme, onbeş dakikası yatak. Almanlar ciddi insanlar. On dakika sevişme. Yirmi dakika yatak. Temel'e sorarlar; - Sizde aşk nasıl? Temel cevap verir - Altı saat beş dakika. - Bu nasıl oluyor? dediklerinde; - Altı saat yalvarırız, beş dakika sevişiriz. Aralarında hala evli olanlarda vardır. Onalara dönüp sorarlar, - Peki siz ne haldesiniz diye - Ne yapalım anam, kız kıza oturuyoruz.

Diye cevap verince kahkahalar yükseliyor. Neşeli ortamda komedi sanatçılarını aratmayacak kadar muzip olanlar da var tabi - Nasıl ya hiç mi? hani arada bir mesela olmuyor mu. Kadın da - Eh bazen sanki , olur gibi de ,yok canım bende de iç geçmiş yani diyor. Kadın muzip ya - Ay hadi canım sende , baktın bir hareketlenme var başlayacan sanki çok acı çekiyormuş gibi bağırmaya , aslanım sen neymişin diye - Adam kendini bir şey sanacak havaya girecek . Bak o zaman neler olur neler diyor bir kahkaha daha kopuyor. Akarsu gibidir gülmek. İçindeki kir pas ve kötülüklerin hepsini alır götürür. Kadınlar gününde konu konuyu açıyor. Herkes lafta sözde hiperaktif. Bu seferde içlerinden biri; - Buraya yeni dahiliye doktoru, Hikmet bey geldi diye söz açılıyor. - İşte bizim doktorumuz ancak o olabilir diyor. Her birinin gözleri ,ışık gibi yanıp sönüyor. Dolgulu dudaklarını açıp kapatmaya çalışıyorlar. Konuşmasına devam ediyor. - Bir yakışıklı bir yakışıklı.

Bir kibar bir kibar. Elini kalbinin üstüne koyduğu zaman neyin olduğunu hemen anlıyor. Herkes memnun. - Bir ağrı sızımız olduğu zaman bence ona gidelim. Öbür doktorları boşverin siz. Kadın, kendinden geçmişcesine yakışıklı doktoru anlatmaya devam ediyor. Kadınların gözleri yuvasından fırlayacak , hepsi heyecanlanıyor. - Anlat anlat demeye başlıyorlar. Devam ediyor. - Elini kalbinizin üstüne koyduğu zaman, gözleriniz gözlerinin içine baktığı zaman, yeşil göz mü? Mavi göz mü? Anlayamıyorsunuz. O muayene ettiği zaman sanki mavi dalgaların denizlerin içinde yüzüyorsunuz. Sanki bir ormanın içine dalıyorsunuz.

Yeşillerle başbaşa kaldığınız zaman, ne zaman nerede hangi ormanda bir ayı ile karşılaşacağım der gibi oluyorsunuz. Öyle güzel konuşması var ki, sanki konuşması ile ne kadar şiir şarkı türkü varsa dinlemiş gibi oluyorsunuz. Ne zaman muayene olduğunu anlayamıyorsun. Sanki ayrı bir dünyada başka bir gezegenden gelmiş gibi oluyorsun. Dünyan değişiyor. Böyle güzel olunur mu? Kadın; - Yaa diyorlar - Eeee , devam et -O gün bana, muayeneye gittiğim zaman yat dedi.

O güzellikler karşısında yatmaya ben dünden razıyım. Her zaman yat desin istedim. Steteskopu ile gözlerimin içine bakarak kalbimi dinledi. Kalbim güm güm yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Göğsüme doğru ellerini koydu. Sanki muayene olmuyordum da, masaj yapıyordu. Sanki göğüslerim bir kat daha büyüdü. Bende şaşırdım. Sonra karnıma doğru ellerini koydu, muayenesine devam etti. Sanki karnım içine çekildi, belim ipincecik oldu. Sırım gibi yani.

Sanki elleri kalçalarıma doğru iniyormuş gibi geldi. Kendimden geçmişim. Ne olduğumu anlamadım. Güzel duygular içinde yaşamaya başladım. Muayenem bittiğinde kendime geldim ,giyindim. Mutluluğun doruğuna ulaşmıştım . Sanki içime ılık ılık birşeyler akıyordu. Ağzım kulaklarımda teşekkür ettim. Çok mutlu bir şekilde ayrıldım. Doktor da doktormuş yani. Herşeyden anlıyor.

CEMAL BORANDAĞ