Şarap gibi güzelsin.
Eski sevgilim.
Şarap yıllandıkça değerlenir,
Sende yıllar arttıkça,
Sevgin çoğaldı,yüreğimde.
İlk sevgilim,ilk aşkımdın.
El ele tutuştuğumuzda,
Utancımızdan,
Sevincimizden,terlerdik.
Aşkımızın ateşinden.
Hiç eksilmedi yüreğimden,
Sevgin.
Günler geçtikçe,artıyor.
Sana olan,sevgim,saygım,özlemim.
Yinede bir tanesin,
Eski sevgilim.
Cemal Borandağ
12 Ocak 2918 Tuzla-İstanbul
Her şey unutulur,ilk aşklar unutulmaz.
Sayfalar
- Ana Sayfa
- Potrem
- C.Borandağ Kimdir?
- Bozlar
- 46 AYNEN MARAŞ
- AQ Biriç
- Asker Oldum Piyade
- TKY
- Bir Şiirdir Yaşamak
- Fıkralar
- Kendini Yönetme İlt.
- Küçük Asker
- Türk Mutfağı
- Sözler Düşünceler
- Bir Şiirsin Sen
- Mehmetcik
- Pazarcık
- Nurhak
- Düşünüyorum O Halde Gülüyorum
- Bir Subayın Anatomisi
- Devrim Günlerinde Aşk
- Küçük Paris
- Çanakkale Geçilmez 1915
- Düşüncelerin Kaynağı
- Cem
- Sarıkamış
- Ulusal Kurtulus Savaşı
19 Ocak 2018 Cuma
Türkmen evine bir şıh misafir geldi, cübbeli sarıklı torba sakallı…
Buyur ettiler, köylülerle birlikte odaya aldılar, köylüler ne keramet edecek diye ağzının içine bakarken, şıh arada bir irkilir gibi yapıp “Hoşt” diyordu…
Köylüler bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar, merakla sordular: “Ya şıh hazretleri nedir arada hoşt dediğin?..”
Şıh:
“Bir köpek Kabe’nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor, onu görüyorum, tabii ki hoşt diye kovalıyorum…”
Köylülerin itikadı bir iken bin oldu…
Olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırladı, herkesin önüne üzerinde et olan pilav geldi…
Şıhın tabağında sadece pilav vardı…
Şıh bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya “Benim tabağımda et niye yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?” diye sordu…
Hanım ağa yaklaştı, tabağı ters çevirdi, onun etlerini pilavın altına koymuştu… Pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirdi:
“Ulan deyyus tabağındaki eti göremedin de, Kabe’deki iti mi gördün?..”
Köylüler bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar, merakla sordular: “Ya şıh hazretleri nedir arada hoşt dediğin?..”
Şıh:
“Bir köpek Kabe’nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor, onu görüyorum, tabii ki hoşt diye kovalıyorum…”
Köylülerin itikadı bir iken bin oldu…
Olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırladı, herkesin önüne üzerinde et olan pilav geldi…
Şıhın tabağında sadece pilav vardı…
Şıh bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya “Benim tabağımda et niye yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?” diye sordu…
Hanım ağa yaklaştı, tabağı ters çevirdi, onun etlerini pilavın altına koymuştu… Pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirdi:
“Ulan deyyus tabağındaki eti göremedin de, Kabe’deki iti mi gördün?..”
On iki yaşındaki oğlan, on dört yaşındaki amcaoğluna soruyor
- Abi ablam yakında nişanlanıyor biliyorsun...
- Yaz sonu nikâh varmış, bizim evde de konuşuyorlardı.
- Ben sana bir şey sormak istiyorum...
- Söyle...
- Bu nişan dedikleri ne? Evde sordum, 'Eh evlenecekler işte' diyorlar ama nişanlanınca ne oluyor, onu anlayabilmiş değilim.
- Hıııım... Zor soru, bak ben sana bir örnekle anlatayım...
- Dinliyorum.
- Diyelim ki Şubat'ta yarıyıl karnesini aldın, hepsini pekiyi getirdin. Sana bir bisiklet alıyorlar ve 'Haziran'da bütün dersleri pekiyi getir, sınıfı geç, bu bisiklet senin' diyorlar. İşte Şubat ile Haziran arasındaki o süre var ya, bisiklet senin ama binemiyorsun; o süreye 'nişanlılık dönemi' deniyor.
-Haa şimdi anladım, bisikletin var, evde duruyor; sen ona bakıyorsun o sana bakıyor; ama binemiyorsun ta ki sınıfı geçene kadar. Peki dokunmaya izin var mı?
- Vallahi onu ben de tam olarak bilemiyorum; binmek kesin kes yasak da, galiba ziliyle miliyle oynayabiliyorsun!..
- Yaz sonu nikâh varmış, bizim evde de konuşuyorlardı.
- Ben sana bir şey sormak istiyorum...
- Söyle...
- Bu nişan dedikleri ne? Evde sordum, 'Eh evlenecekler işte' diyorlar ama nişanlanınca ne oluyor, onu anlayabilmiş değilim.
- Hıııım... Zor soru, bak ben sana bir örnekle anlatayım...
- Dinliyorum.
- Diyelim ki Şubat'ta yarıyıl karnesini aldın, hepsini pekiyi getirdin. Sana bir bisiklet alıyorlar ve 'Haziran'da bütün dersleri pekiyi getir, sınıfı geç, bu bisiklet senin' diyorlar. İşte Şubat ile Haziran arasındaki o süre var ya, bisiklet senin ama binemiyorsun; o süreye 'nişanlılık dönemi' deniyor.
-Haa şimdi anladım, bisikletin var, evde duruyor; sen ona bakıyorsun o sana bakıyor; ama binemiyorsun ta ki sınıfı geçene kadar. Peki dokunmaya izin var mı?
- Vallahi onu ben de tam olarak bilemiyorum; binmek kesin kes yasak da, galiba ziliyle miliyle oynayabiliyorsun!..
SARIKAMIŞ AĞIDI VE PINARBAŞILI KARA ZELA (ZALA)
1914 yılı sonlarında Sarıkamış’ta yaşadıklarımıza hangi Türk’ün yüreği dayanır ki... Rus ordusuna ağır bir yenilgi yaşatan ordumuz, Enver Paşa komutasında Rus ordusunu imha için giderken ağır kış şartlarına yenik düşmüştü. Enver Paşa komutasındaki ordu 150.000 kişiydi ve bu 150.000 kişi Sarıkamış taarruzunu gerçekleştirmek üzere yola çıktı. Enver Paşanın umumi karargahını önce X. Kolordu ile daha sonra XI. Kolordu ile beraber, dışarıda hava sıcaklığının 25 derece olduğu halde çadırsız bir şekilde 5 gün geçirdiler. Oluşan karın yüksekliği yaklaşık 1.5 metreyi buluyordu Sarıkamış Harekatı diye geçen taarruz 21 Aralıkta başladı ve 25 gün sürdü. Aşırı soğuktan dolayı tam 90.000 şehit verdik. Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekatını tarih kitapları bir trajedi olarak nitelendirir. Gerçekten de doksan bin insanımızın boşu boşuna ölüp gittiği bu harekat bir trajedidir. Allahüekber dağlarında donarak ölen askerlerimizin iskeletlerinin uzaktan çalı çırpı gibi göründüğünü o dönemde yaşamış olan insanlar da tanık olmuşlardır. “Buradan o dağlara baktığımızda, üzerine kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu oraya gidince anladık.
“ Vaktiyle Sarıkamışlı bir ihtiyarın söylediği bu sözler, tarihimizde Sarıkamış Harekatı olarak bilinen facianın boyutlarını özlü bir biçimde yansıtıyor. Bu milletin hüznüne akıl erdiremeyenler, Türk tarihinin bu acı sayfalarını yeterince bilmeyenlerdir. Her Türk’ün acısına dayanamayacağı birçok hadisenin en acı olanlarından biridir Sarıkamış. Yurdun dört bir yanından toplanan "ayağı çarıklı", yarı aç, yarı çıplak, daha bıyığı bitmemiş delikanlıların ellerine silah verilir. Daha hızlı gitsinler diye kaputları, yiyecekleri ellerinden alınan binlerce asker, kara kışta Doğu Cephesi`ne gönderilir. Açlık, bit, salgın hastalıklar soğukla birleşince daha düşmanla karşılaşmadan 90 bin asker Sarıkamış dağlarında can verir. Kimi soğuktan donar, kimi açlıktan, hastalıktan ölür. Kayseri`den Çanakkale`ye, Amasya`dan Çorum`a umudunu kesen anaların gelinlerin ağzından onlarca Sarıkamış ağıdı yakılır: Oltu`dan girdik de Sarıkamış`a Akıl ermez orda yatan üleşe Askeri kırdıran Enver Paşa Kitlendi kapılar, mekan ağladı Tam doksan bin insanımızın ölümüyle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanmış Sarıkamış olayını Falih Rıfkı’nın şu sözleri çok iyi özetliyor: “.... Bugün, o hataların yıktığı memleketin harap ve türap enkazı üstünde, bize biraz hürriyet kazandırmak ve yalnız Anadolu ile İstanbul’u ve Edirne’yi kurtarmak için çarpışan Mustafa Kemal Paşa, Doğu Anadolu harap olmamış olsaydı ve eğer yalnız kumandan hatası yüzünden ölüp giden Türkler sağ olsaydılar, bugün Yunanlıları denize dökmüş olacaktı. Şimdi Mustafa Kemal Paşa, Hafız Hakkı’nın muhterem mezarı ile arkadaşı Enver Paşa’nın ara sıra Doğu Anadolu harabeleri arkasından beliren hayaletine karşı yumruklarımı sıkıp sorsa ve dese ki: “Dostlar siz ne yaptınız? Türklerin yaşamak ve ölmek için vatana lazım oldukları gün bugündü. Doğu Anadolu’yu aradık taradık, o enkaz arasında bir insan ve bir iskelet çıkıyor. Bu kemik olan kahramanlar, bugün hürriyet ve namus için dövüşeceklerdi. Şu hürriyet ve namus mücadelesinde birisinin bile ölmesine güç razı olduğumuz o ordularca Türk’e nasıl kıydınız?” Ben Sarıkamış Trajedisinin vahametini tarih kitaplarından okumadan önce Musa Eroğlu’nun söylediği yürekleri yakan “Sarıkamış Ağıdı”nda anladım. Kayseri’nin Pınarbaşı İlçesinin Sindel Köyünden Kara Zala (Zeliha) Hala, “Sarıkamış Ağıdı”nın kaynak kişisidir. Onun büyüklerinden öğrendiği bu ağıdı, İmami ortaya getirdi ve bütün Türkiye, Musa Eroğlu’nun sazından ve sözünden bu ağıdı dinleyip göz yaşı döktü. Ağıdın sözleri şöyle:
Sarıkamış Altın Bulak
Soğanlı`yı biz ne bilek
Bizim uşak göycek gezer
Ağca zıbın, kara yelek
Yüzbaşılar binbaşılar
Tabur tabur karşılar
Bir kar yağar ince ince
Yatan şehitler ışılar
Gözünü sevdiğim Eşe
Tekerin dayandı taşa
Seferberliği durdur
Elin öpem Enver Paşa
Ağıt, Sarıkamış hadisesinin bizim yöremiz için de ne kadar etkili olduğunu gösteren bir belge niteliğinde adeta. Daha önce Kars, Erzurum, Sarıkamış ve Kafkas cephesinde şehit düşen Türkmen beylerinin ağıtları, Ahmet Şükrü Esen’in “Anadolu Ağıtları” kitabında yer tutuyordu. Kara Zala (Zeliha) Hala’nın bu ağıdı da Sarıkamış’ta şehit düşen nice Türk askerlerinin içerisinde Aziziyeli Avşar Beylerinin çocuklarının olduğunu gözler önüne seriyor. Hatta Ruhi Su’nun söylediği Sarıkamış Ağıdı’nda bunu açıkça dile getiren dörtlükler de vardı:
İbrişimin kozaları
Battın Avşar kazaları
Sarıkamış`ta kırıldı
Gonca gülün tazeleri
Kayserimizin yetiştirdiği değerli araştırmacı Ahmet Z.Özdemir (namı diğer Şeker Ahmet), Öyküleriyle Ağıtlar 1 (Kültür Bakanlığı, Ankara, 1994) kitabının 35 ile 38. sayfalarında Kara Zala Hatun’dan derlenmiş ağıdı 17 dörtlük olarak vermektedir. Özellikle bir dörtlük var ki Kara Zala Hala’nın dilinden yaşananları özetlenmektedir:
Aziziye baba yurdum
Kafkasya’ya tabya kurdum
Benim korkum Ruslar değil
Kara kışa kurban verdim
Yine 90 bin şehit verişimizin şaşkınlığını dile getirirken de:
Sarıkamış ne aralı
Kimi ölmüş kimi yaralı
Bunu duymuş var m’ola
Yalan dünya kurulalı
Demektedir. Evet, böyle dramı, trajediyi biz de Kara Zala gibi başka bir yerde duymadık, bilmiyoruz. Yine Kara Zala, Sarıkamış’tan sonraki durumu da bütün açıklığı ile dile getirir. Anadolu’nun bağrına düşen bu büyük acıdan bizim bölgemizin ne kadar büyük bir pay aldığını böylece daha iyi anlıyoruz:
Uşak gitti sürüyünen
Asker kalkar boruyunan
Hangi eve vardıyısam
Bir gelin var karıyınan
Gözyaşlarımız sellere karışırken Rabbimin bu aziz millete böyle acılar yaşatmamasını diliyorum. Ruhları şad olsun.
S.Burhanettin AKBAŞ
PINARBAŞILI KARA ZELA (ZALA) SARIKAMIŞ AĞIDI
CENKER
Harpokulu son sınıf öğrencisiydi,
Erzurum,Rus mezalimin altında,
Otuz altı sene yaşadı.
Sarıkamış,harekatı başlamıştı.
Fırsattı,
Erzurum,Sarıkamış kurtulacaktı.
Aralık ayıydı.
Allah bir aralık yaratır dedik.
Almanlar baskı altındaydı,Rusyanın.
Eğer doğuda bir harekat olursa,
Ruslar orduları ile Kafkaslarda angaje olur.
Almanlar,Ruslar bize saldırmaz dediler.
Osmanlı Devleti artık,
Okyanusta ,pusulasını şaşırmış,
Gemi gibiydi.
Almanlar Enver Paşa ,nasıl olsa adamımız,
Alman hayranı.
İttahat ve Teraki ile ,devirdi,
Abdulhamidi.
Yerine,
V.nci Reşatı geçirdi.
Yaşlı,huysuz,korkak,aptal,
Her an öldürülecek diye bekliyordu,
Padişah oldu.
Artık Enver Paşa ne derse,
O oluyordu.
Almanlar ,artık Osmanlı Devletine,Enverland diyordu.
Altıyüzyıllı devlete.
Çürümüştü,kokuşmuştu,hasta adamdı.
Sürdüler Osmanlı Devletinin,kuvvetlerini,
Sarıkamışa.
Yalvardılar,Enver Paşaya,
Yapma etme.
Misafir kaldığı köy muhtarına,söyledi.
Bu havada savaş olmaz dedi.
Muhtarda direndi.
Askerimizin morelini bozuyorsun,
Vururum seni dedi.
Muhtarda,ne olursun,
Beni vur ama,
Mehmetçiğimize kıyıp harekat yapma.
Rüzgar estiği zaman -50 derece oluyor dedi.
Hiç olmazsa,ben ölürüm,Mehmetçik kurtulur,dedi.
Ama Enver Paşa dinlemedi.
Çünkü,
34 yaşında binbaşıydı,
Önce Edirnede gösterdiği,yararlıktan sonra,
Albay oldu,
Sonrada,yetkilerini birazda zoraki Enver Paşa oldu.
Genel kurmay Başkan yardımcısı.
Arkadaşları hep arkadan dalga geçiyordu,
Çocuk paşa diye.
Hepimiz çocuğumuzla övünür,
İnşallah paşa olur diye.
Padişahın,damadıda olmuştu.,kuvvetleri yönetti.
Artı arkası kuvvetli.
İstanbul nere,Sarıkamış nere.
Özgüveni ile
Belkide Osmanlı Devletinin başına geçerim,
Savaşmam lazım dedi
Turanı,kafasına koymuştu.
Doğu Kafkasyayı alıp,
Anayurdu,Turana ulaşmam lazım diyordu.
Akıl Hocasıda Ziya Gökalptı
Şiirleri okudukça,çoştukça çoştu.
Bu şiirler kim dayanabilir ki.
Cenkerde bu şiirleri okudukça,
Çoştukça çoştu.
Harpokulu son sınıfında,kaçtı.
Sarıkamış harekatına katıldı.
Emrine bir takım vermişlerdi.
O onları çok güzel yönetti.
Ama çaresiz,Mehmetçikler sözü geçiyor,
Soğuğa sözü geçmiyordu.
Bir kendisi birde 3-5 askeri kalmıştı.
Sonra bir ağacın altında,düşünürken,üşümem geçer derken,
Enver Paşa gördü.
Kurşuna dizin diye emir verdi.
Hayret etti şaşırdı.
Emir demiri keserdi.
Sonra emrindekiler olayı biliyor,merhametliydiler
Albaylar,yarbaylar,binbaşılar
Belki Enver Paşanın siniri geçer,
Unutur diye.
Teğmeni sakladılar.
Ama Enver Paşa ,teğmeni kurşuna dizin diyordu.
Herkes hayretler içerisinde.
Anlattılar Enver paşa tekrar.,gönlü olmadı,israr etti.
Harpokulundan kaçıp,
Sarıkamış harekatına katıldı.,
Bir an dalmış,yorgundu.Aç susuz.
Enver Paşa bu inadım ,inat kurşuna dizin dedi
Cenkeri,
.Mecburen kurşuna diziyorlar.
Cenger ağlıyor,Kurşuna dizen on asker ağlıyor,
Ama Cenkeri kurşuna dizdiler.
Sarıkamışın sonu göründü,
Sarıkamış ağladı.
Cemal Borandağ
18 Ocak 2018 Tuzla-İstanbul
Sarıkamış sessiz Ağıttır.
15 Ocak 2018 Pazartesi
ERKEK MANTIĞI
Genç bir erkeğin 4 kız arkadaşı vardı ve hangisiyle evleneceğine bir türlü karar veremiyordu... Sonunda doğru karar verebilmek için bir test yapmaya karar verdi... Her birine 1000 dolar verdi ve "Bu parayı istediğiniz gibi harcayın" dedi. Birinci kız arkadaşı kendisine yeni elbiseler ve ayakkabılar aldı, kuaföre ve güzellik salonlarına gitti. Genç erkeğe geri geldiğinde şöyle dedi: "Senin için en güzeli ben olmak istiyorum, çünkü seni seviyorum..!" İkinci kız arkadaşı ise genç erkeğin tuttuğu takımın iki kombine biletini, en sevdiği türden bir sürü video cd ve bir ay yetecek bira ile geri geldi ve şöyle dedi: "Bunlar senin için aldığım hediyeler, eminim seni mutlu edecektir, senin mutlu olmanla bende mutlu olacağım." Üçüncü kız arkadaşı ise bu parayla iyi bir yatırım yaptı ve kısa bir süre içerisinde para kendini ikiye katladı ve bu parayı da çeşitli yatırım alanlarında kullandı. Genç adama geri gelerek şöyle dedi: "Bana verdiğin parayı birlikte yaşayacağımız mutlu bir gelecek için çoğalttım, çünkü seni seviyorum!" Dördüncü kız arkadaşı ise bu paranın bir kısmıyla bir sürü kitap aldı, kalan kısmıyla ise fakirlere yemek dağıttı. Genç adama geri gelerek şöyle dedi: "Verdiğin paranın bir kısmıyla sana layık olabilmek için bir sürü kitap aldım, diğer kısmıyla ise senin adına fakirlere yemek dağıttım." Genç erkek dört kız arkadaşının yaptıklarından çok etkilenmişti. karar vermek için epey bir süre düşündü, düşündü.....düşündü.....ve sonunda büyük memeli olanla evlenmeye karar verdi...
Ben de diğer arkadaşlarım gibi telefonla çekirdek
Ben de diğer arkadaşlarım gibi telefonla çekirdek inancı bulma çalışmasına katıldım. İlk olarak Atakan Bey ile irtibata geçerek Abdullah Bey'e ulaştım. Bir çok tereddütüm olmasına rağmen yani telefonla nasıl olurda bu konuda başarı sağlanabilir endişesini taşımama rağmen Atakan Bey'le konuştuğumuz ilk andan itibaren onlara duyduğum güven hemen hissettirdi kendini bedenimde ve ruhumda 3-02-2011 günü akşam saat 9 da ( bu tarihi ve saati unutmuyorum çünkü hayatıma katkısı sözle ifade edilmeyecek kadar önemli) Değerli hocamız Abdullah Beyle çekirdek inanç konusunda konuşmaya başladıkSesini duyduğum ilk andan itibaren anında yaptığı tespitlerle sanki beni görmeden tanıyormuş gibi inanılmaz bir his bıraktı bendeTelefonda bu kadar iyi tespitlerin yapılabileceğini aklımdan bile geçirmemiştim. Hayatımda bildiğim ancak benim hayatımda nasıl bu kadar olumsuzluk yaratabileceğini düşünemediğim çok çok önemli noktaları yakaladı ve bu konuda beni bilgilendirdi inanılmaz derecede. Konuşmamızın sonucunda Abdullah Bey bazı olumsuzlamalar ve olumlamalarla ev ödevleri verdi bana. Ve şu an onları büyük bir sabırla ve kararlılıkla uyguluyorum. Bendeki ilk farklılıklara gelince; Çocukluğumdan beri hayatımda yaşadığım kısır döngülerin hep aynı şekilde karşıma çıkan olumsuz gelişmelerin tek sorun kaynağının ne olduğunu öğrenmek bana öncelikle huzur ve ferahlık verdi. Şimdi en azından sorunun kaynağını biliyorumhatta bilmekle kalmıyorum bu duruma nasıl müdahale edeceğimi de Abdullah Bey sayesinde öğrendim. Olumsuzlamaları yaptığım ilk anlarda bedenim ve ruhum tepki vermeye başladı. Önce bu cümleleri tekrarlarken korkularım arttı. Bedenimin bu korkuyla titremesine engel olamıyordum sonra ağlamaya ve kabullenememeye başladım. Bedenim ve ruhum ilk karşılaştığı ve yüzleştiği bu durumla mücadele ediyodu sanki. Yaklaşık bugün 6 gün oldu hem olumlamalara hemde olumsuzlamalara devam ediyorumayrıca benim adıma yapılan telkini de dinliyorum büyük bir karalılıkla. Artık olumsuzlamalar yani yüzleştiğim duygular beni korkutmuyor ve üzmüyor. Yavaş yavaş bedenim bunlara tepkisiz kalmaya başladı. Daha rahatım ve hatta bunları tekrarlarken gülümsemeye başladım bile. Küçük bir çocuk gibi hissediyorum kendimi. Şimdi emekliyorum adım adım gelişmeye başlıyorum. Hatta zaman zaman öyle güçlü hissediyorum ki kendimi birden yürüme cesareti gösteriyorum. Zamanla daha büyük gelişmeleri yaşayacağımdan da hiç şüphem yok. KARARLIYIM KARARLIYIM. Hatta hayatımda şimdiye kadar hiç olmadığı kadar kendi yaşamım için bu kadar kararlıyım. DEĞERLİ ARKADAŞLAR! Ben ilk defa kendi hayatım için bi yatırımda bulundum tüm samimiyetimle söylüyorum ki ilk defa Kendi hayatım için yaptığım bu yatırımın ne olduğunu merak ediyosanız şunu söyleyebilirim ki Atakan beyle irtibata geçip Abdullah beyle çekirdek inanç çalışmasını gerçekleştirmek olduğunu söyleyebilirim size. Değerli iki insan.. Tanımaktan büyük onur duyduğum ve teşekkürlerimi sözcüklere sığdıramayacak kadar şükran dolu olduğum ATAKAN BEY VE ABDULLAH BEY'E sonsuz saygı ve sevgilerimi iletiyorum. İYİ Kİ VARSINIZ İYİKİ HAYATIMDASINIZ İYİ Kİ TANIMIŞIM SİZLERİ. Hayatımdaki tüm güzel gelişmelerden sizleri ve arkadaşlarımı haberdar etmekten de büyük mutluluk duyacağımm. HERKESE KUCAK DOLUSU SEVGİLER. Ben telefon görüsmemi dün yaptim, Abdullah Bey sanki sizi cocuklugunuzdan beri taniyor gibi konusuyor,benim biri baskin olmak üzere 3 cekirdek inancim oldugu ortaya cikti, cok ilgincti, simdi Atakan Beyden cd lerimi bekliyorum, umarim sonuclarini alirim kendim icin yaptigim en iyi yatirim oldugunu düsünüyorum Abdullah bey günaydın. Sizinle 1 hafta önce çekirdek inanç çalışması yaptık 3 tane çekirdek inanç tespit etmiştiniz bana özel hazırlanan cd'im geldi dinliyorum ve çok mutluyum başta ciddi baş ağrısı ve bulantı, iç sıkıntısı şikayetlerim oldu ama geçti. Kendimi çok rahatlamış ve güçlü hissediyorum babama olan kızgınlığım sıfır noktasına indi ayrıca ilişkim düzeldi ben hiç bir şey yapmadım bakış açım değişti birden, o kadar hızlı olduki inanılmaz.Bu güne kadar hayata, olaylara, kişilere , durumlara o tepkileri veren hiç ben değildim sanki o gitti başka biri geldi üstelik herkes farkında "sana ne oldu çok değiştin" diyorlar çok mutluyum ilk kez kendim için bi şey yaptım ve sonuç muhteşem oldu bunu size ve Atakan bey'e borçluyum çok teşekkür ederim. Kendimi herşeyi yapabilecek kadar güçlü ve istekli buluyorum kafamda imkansız kavramının anlamını değiştirdiniz sanırım artık değişimi durdurmam imkansız bu muhteşem iyiki varsınız çok teşekkürler... Bu değişime ben bile inanamıyorum Abdullah bey içimdeki coşkuyu anlatamam size tam 4 yıldır bi türlü ayrılsammı sürdürsemmi bilemediğim kangrene dönüşmüş ilişkim var ayrılamadığım ama yanında da kalamadığım erkek arkadaşımla mucize bi değişim yaşadım ne yaptım inanın bilmiyorum hiç bi fikrim yok ama değişti sadece on gün oldu sizinle tanışalı yaşamıma kattığınız fark inanılmaz. Bunu herkes bilsin herkes sizi tanısın ve muhteşem enerjinizle ve sevginizle değişsin dönüşsün mutlu olsun istiyorum. Geriye kariyerimle ilgili yaşadığım durumun düzelmesi kaldı o'da zaten çekirdek inancımla ilgili olduğunu bulmuştunuz inanç kırıldığına göre o hayalime kavuşmamda yakındır diye düşünüyorum.. Diğer başarı hikayeleri için .tiklayiniz www.cekirdekinanc.com www.hayatimdegisti.com
Türkiye ile bir alâkası olmayan John Perkins kitabında anlatıyor
Sene 2005 Türkiye ile bir alâkası olmayan John Perkins kitabında anlatıyor; "Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız. Sonra onlara arabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız. Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle. O ülkeye dünya bankası ya da kardeş kurumlardan kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi "ASLA" o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje‘ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havayolları yapılır. Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton. Bizim şirketlerimiz kazanır o ülkedeki birileri de nemalandırılır. Toplum bu düzenekten hiçbirşey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki; "Bize büyük borcunuz var ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazınızı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin, askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Millletler de bizim için oy verin! Elektrik su kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın..." Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz. Bu, ikili, üçlü, dörtlü bir darbeler serisidir." Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları - John Perkins
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Üstün Dökmen, çocuk ve anne baba ilişkilerinde bugüne kadar doğru bilinenlerin yanlış olduğunu ileri sürerek, "Çocuklarınızla arkadaş olmayın" dedi. Özel Bursa Kültür Okulları tarafından Fethiye Kültür Merkezi’nde düzenlenen seminerde konuşan Prof. Dr. Üstün Dökmen, aile ve okulda kaliteli iletişim için yapılması gerekenleri anlattı. Dökmen, okul ve meslek seçerken çocukların kişilik özellikleri ve akademik becerileri ile kabiliyetlerinin dikkati alınmasını tavsiye etti. Çocukların duygularına saygı göstermek gerektiğini ifade eden Dökmen, çocuklara yaşına uygun sorumluluk verilmesi gerektiğini vurguladı. "YANLIŞ DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYULMAZ" "Birbirimizin düşüncelerine saygılı olmalıyız" anlayışının yanlış olduğunu savunan Prof. Dr. Üstün Dökmen, "Karşı tarafın söyledikleri yanlış ise bu onun düşüncesidir. Yanlış şeye saygı duyulmaz. Sadece onun kişiliğine saygı duyarım. Çocuğunuzun, eşinizin ve arkadaşlarınızın tasvip etmediğiniz davranışlarını eleştirin. Kişilerin düşüncelerine ve davranışlarına itiraz edin ancak duygularına saygı duyun" şeklinde konuştu. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de insanların bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduklarının altını çizen Prof Dr. Üstün Dökmen, "İnsanlarda az hata, çok fikir var. Okumak için iki eli bir araya gelmeyen ülkenin iki yakası da bir araya gelmez. Alimine ve muallimine saygı göstermeyen toplumların ise geleceği olamaz" dedi. Anne ve babalara, "Çocuğunuzla arkadaş olmayın" diyen Dökmen, "Arkadaş değil ana-baba olun. Arkadaşlıkta eşitlik var. Oysa siz onunla eşit değilsiniz, anne-babasısınız. Çocuğunuzla arkadaş olmayın. Etkili anne baba olun. Onu dinleyin. Nasihatçi değil, refakatçi olun. Çocuğunuzun hayatı boyunca pek çok arkadaşı olacak. Bırakın bir tane anne ve babası olsun" diye konuştu. "DENGELİ OLUN" Hayatın denge üzerine kurulduğunu belirten Üstün Dökmen, hayatı dengeli olmayan anne-babaların çocuklarının üstüne çok fazla düştüklerine dikkat çekerek, "Çocuğun üstüne düşmeyin, onunla ilgilenin. Hayatın her alanında dengeli yaşamak gerekir. Aksi takdirde harcanmayan enerjiyi çocuğa yöneltiyorsunuz. İş çok önemli olabilir ama hayatın geri kalan alanları da çok önemli" ifadelerini kaydetti. Ailelerin çocuklarına küçük yaşta sorumluluk vermeleri gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Üstün Dökmen, "Çocuklarınıza giyinme sorumluluğu verin, yemek yeme sorumluluğu verin. Bir kaşığı ağzına yerleştiremeyen çocuk hayatta ne yapacak? Bazı konularda da seçim hürriyeti verin. Seçim yapmak zordur. Bazı şeyleri yaşayarak öğrenmesine izin verin. Çocuğunuza yapacağı şeyleri sufle etmeyin. Çocuğa istediğiniz kadar karışın. Ama bilmelisiniz ki en önemli anlarda yanında olamayacaksınız. OKS ya da ÖSS sınavına girerken, evlilik gecesinde ya da doğum sırasında isteseniz de yanında olamayacaksınız. ’Nereye gittiğini bilen insanlara dünya çekilip yol verir’ diye bir söz vardır. Biz de nereye gittiğini bilen çocuklar yetiştirelim" tavsiyelerinde bulundu.
Şafak'ı bu adam bile yıkamadı
Şafak'ı bu adam bile yıkamadı, Engin de kimmiş! CHP'nin genç milletvekilini, kolunu, bacağını kaybetmesinden çok, büyük aşkla evlendiği Paul Pavey'in kaza sonrasındaki tavrı üzdü... Tarih 24 Mayıs 1996... Saat: 9:00... Yer: Zürih Tren Garı... 19 yaşında, gencecek, cıvıl cıvıl bir genç kadın, eşiyle beraber bir arkadaşını uğurluyor. O sırada, 17 yaşında bir çocuğu hızla gelen metronun altından kurtarmak için kendini atıyor. Çocuğu kurtarıyor ancak sol kolu ile sol bacağını kaybediyor. Tren garında anında yapılan müdahale sırasında bilinci açık olan genç kadın, doktora kol ve bacağı için "Kurtarabilir misin?" diye sorar. "Hayır" yanıtını alınca da "O zaman kalanları kurtaralım, yoksa annem çok üzülür" diyebilecek kadar metanetlidir. Şafak Pavey, kazada bedeninin neredeyse yarısını kaybetti. Ancak Şafak'ı bu olaydan daha çok etkileyen şey, İngiliz eşi Paul Pavey'in tavrı oldu.... Şafak ile Paul, 1994'te Ankara'da tanıştı. Henüz 17 yaşında bir öğrenci olan Şafak ile Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde konuk sanatçı olarak görev yapan müzisyen Paul birbirlerini çok sevdi. Bir yıl sonra İstanbul'da renkli bir düğünle evlendiler. Paul, işi nedeniyle İsviçre'ye gidince, genç kadın da büyük aşkının peşinden Zürih'e uçtu. Şafak burada hem sinema-televizyon öğrenimi görüyor, hem de Zürih Çağdaş Tiyatro ve Dans Grubu'nda dans ediyordu. Başlangıçta her şey güzeldi ancak, Şafak ile Paul'un evliliği araya giren bir başka kadın nedeniyle sarsılmaya başladı. Kazadan sonra ise Şafak'ı büyük bir hüzün bekliyordu. Paul büyük aşkla evlendiği Türk eşini kazadan sonra sadece bir kez ziyaret etti, bir daha yüzünü bile görmedi. Şafak Pavey, 19 Ocak 1997 tarihli Milliyet Gazetesi'ne kırgınlığını şöyle anlatıyordu: "Tüm yaşadıklarım bir yana, beni en çok üzen olay bu oldu. Benim ilk aşkımdı. Onun peşinden her yere taşındım. Ama o benim kadar güçlü değilmiş. Buna çok üzüldüm. Tüm olanlara rağmen ondan hiç nefret etmedim" Şafak ile Paul 1997'de boşandı. Genç kadını büyük aşkının vefasızlığı bile yıkamadı. Sallanarak hareket eden protez bacağına "Johnny Walker", protez koluna da soğuk bulduğu bir Alman ismi olan "Helga" adını taktı. Yoluna devam etti. London School Economics Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Yüksek Lisans yaptı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği bünyesinde, Orta Avrupa Bölge Sözcülüğü, Engelli Hakları Sözleşmesi Sekreterya Başkanlığı, Cezayir, Sahra, Mısır, Yemen, Suriye, Afganistan, İran ve Lübnan Dış İlişkiler Temsilciliği gibi görevlerde bulundu. Kitaplar yazdı, filmler çekti. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Almanca ve Farsça yetmedi, uluslararası işaret dilini de iyi derecede konuşmayı öğrendi. 2011'de CHP İstanbul Milletvekili olarak Meclis'e girdi. Halen TBMM'nin en aktif ve en sempatik vekillerinden biri. Hayat dolu... Gülmediği bir fotoğrafını bulmak bile zor.... Şimdi diyeceğimiz o ki; bu güçlü genç kadını kendisini terkeden kolu, bacağı ve "Paul'u" yıkamamış, 100 tane Engin Ardıç vız gelir, tırıs gider... Biz asıl, "Adam olmadım, gazeteci oldum" (Kaynak:Vikipedi) diyerek itirafta bulunan Engin için üzülelim. http://www.turknostalji.com/haber/safaki-bu-adam-bile-yikamadi-engin-de-kimmis-417.html — Rahime Dogan ile birlikte.
Türk Dil Kurumu
Türk Dil Kurumu'nun yayınladığı Güncel Türkçe Sözlük'te bulunan 104.481 sözcüğün kökenlerine göre dağılımı şöyledir: 89689 Türkçe 6463 Arapça 4974 Fransızca 1374 Farsça 632 İtalyanca 538 İngilizce 413 Yunanca 147 Latince 85 Almanca, Rusça, İspanyolca ve Ermenice Dipçe: Dilimize yad bir dilden girmiş olan sözcükler, kökenine bakılmaksızın hangi dilden girdiyse orada gösterilmiştir.
Namus asla
Namus asla kadınla ve kadın cinselliği ile ilgili bir kavram değildir. Bir kadın kendi isteğiyle başkası ile cinsel ilişkide bulunuyorsa, bu tamamen onun bileceği iştir, kimse karışamaz ve hiçbir şey söyleyemez. Başkasıyla cinsel ilişkide bulunan kadın evliyse, bu ancak kocasının onu boşaması için bir neden olabilir. O durumda bile başkalarını ilgilendirmez. Yani yetişkin bir insanın cinselliği ile namus asla ilişkilendirilemez. Herkesin bedeni kendine aittir ve onu nasıl kullanacağına ana-babası bile karışamaz. Bir kadın kendi rızası dışında ya da kandırılarak cinsel ilişkiye zorlanmışsa, bunun adı tecavüzdür ve o durumda bile namussuz olan kadın olmaz, namussuz olan erkektir. Namus başka bir şeydir yani, uygar bir insan namusu cinsellikle ilişkilendirmez. Namuslu insan başkasının emeğini sömürmez, sömürtmez. Namuslu insan kimsenin canına-malına kastetmez. Namuslu insan hakkı olmayan hiçbir şeye sahip olmaya çalışmaz, her şeyi emeğiyle, çabasıyla ve bilgisiyle kazanır. Namuslu insan doğaya, ormana, ağaca, akar sulara, durgun sulara, taşa, toprağa, hayvanlara, kuşlara, böceklere, vd. yaşamla ilgili bize geçmişten miras ne varsa hepsine saygıyla bakar ve onları koruyup geliştirir. Namuslu insan geçmişin mirası tarihi eserleri de korur. Namuslu insan, insanın üretimine dair ne varsa hepsine; sanata, edebiyata, bilime saygı duyar, sahip çıkar ve gelişip yayılması için çaba gösterir. Namuslu insan savaşa her koşulda karşı çıkar, hep barıştan yanadır. Namus kadının cinselliği değildir yani, asla değildir. Namus cinsellik dışında pek çok şeydir, ama asla kadının cinselliğiyle ilgili değildir, kadınla ilgili değildir, hiçbir kadın sadece kadın olduğu için hiçbir durumda namussuz olmaz. UĞUR ALTUNAY
HALA İYİMSER DÜŞÜNENLER MUTLAKA OYUNUZ!
2002-2006 yılları arasında kadın öğretmen olarak Riyad Uluslararası Türk Okulu’nda çalıştım. Orada yaşamayan, orada yaşananları asla hayal edemez. Tek başına bir kadın olduğunuz için, 200 metre ilerideki bakkala ya da markete gidemezsiniz. Şeriat mahkemelerinde, tecavüz ve cinsel tacize uğrayan kadın, hem iffetini koruyamamış, hem de koruyamadığını açıklamış olmakla suçlanır. Yabancı kadınlar, her an kaçırılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Suudi Arabistan’da kaldığım sürece bir kez olsun tek başıma sokağa çıkamadım. Duvarlar arasına kıstırılmışlığın şiddetini, travmasını; balkonsuz binalarda buzlu camlı, demir parmaklıklı pencerenin ardında mahpus Suudi kadınının nasıl bir cehennemde yaşatıldığını gördüm, o cehennemi ben de yaşadım. Suudi şeriat, ulema fetvalarıyla yorumlanır, 10 bin polisle uygulanır. Mutavva denilen dini ahlak polisi, kadınları hayatın her alanında gölge gibi izleyip şeriata uygun davranıp davranmadıklarını denetlemektedir. Kadın, abeye denilen dış giysiyle tepeden tırnağa örtünmek ve peçe takmak zorundadır. Görevi, evde kalıp çocuklarına bakmak ve kocasını efendi bilip, kulluk kölelik etmektir. İtaatkâr, minnettar, fedakâr, suskun, kaderine boyun eğen kadın, iyi kadındır. Sadece ticaret odaları seçimlerinin serbest olduğu bu ülkede, Suudi kadını oy kullanamaz. Kral tarafından atanan Şûra (danışma meclisi) erkeklerden oluşur. Mahkemelerde iki kadının tanıklığı bir erkeğinkine eşdeğerdir. Çoğu zaman tecavüz olaylarında bile kadınların tanıklığı geçerli olmaz. Suudi Arabistan, cinsiyet ayrımcılığını, kadını aşağılamayı kurumsallaştırıp, içselleştirmiştir. Kadınların siyasal hakları inkâr edilir. Erkeklerin vesayeti ve velayeti altındadır. Kadının yetersiz ve aklının kısa olduğu yolundaki görüş şeriat hükmüne dayandırılır. Şehirlerarası ve milletlerarası yolculuklara tek başına çıkması yasak olan kadınların otellerde tek başına kalmaları da ahlaka aykırıdır. Baba, ağabey, kocanın yazılı onayı olmadan yurtdışına çıkamaz. Bir erkeğin izni olmadan tedavi için hastaneye bile gidemez. Sokakta trafik kazası geçirmiş ya da hastalanmış bir kadına eşi, oğlu ve babası dışında hiçbir erkek yardım edemez. Birinci dereceden akraba olmayan karşı cinsler bir araya gelirse zina yapmış olurlar. Dil, ayak, göz, kulak, el zinası gibi... Ezan makamsız okunur Suudi Arabistan’da, kadın hocanın sesine âşık olmasın diye! Fotoğraf çektirmek yasak olduğu için kadınlara kimlik verilmemiştir 2007’ye kadar. Çokeşlilik yasal, haftalık, aylık muta nikâh, yani geçici evlilik yaygındır. Bu da fuhuşun yasallaştırılmış şeklidir. Ama kürtaj yasaktır. Kız ve erkek çocuklar ayrıştırıldığı için, gençler arasında aynı cinse özenti yaygındır. Sokaklarda kız erkek el ele dolaşamaz, ama el ele dolaşan erkekler görebilirsiniz. Kız öğrenciler eğitimlerinin hiçbir aşamasında erkeklerle aynı sınıfta okuyamazlar. Kadının siyasete atılması, Suudi ulemasına göre şeytan işidir. Suudiler, İslamın içinden ortaya çıkmış tüm mezhepleri reddederler. Kendi mezheplerinden olmayan Müslümanları kâfir görürler. Sanata ve felsefeye düşmandırlar. Yapılar, kişiliksiz görkemiyle krallığın gücünü simgeler. Suudi Arabistan’da geçirdiğim süreç, benden çok şey götürdü, ancak düşünmemi de sağladı. Kadın sorunları üzerinde daha çok düşündüm, kafa yordum. Laikliğin geçerli olmadığı bir ülkede demokrasiden söz etmenin mümkün olamayacağını öğrendim. Şeriatla yönetilen İslam ülkelerinde, kadın yaşamının işkenceye eşit olmadığını bana kimse söyleyemez! Zekiye Yüksel. Şeriat Ülkesinde Kadın Olmak/Cumhuriyet Kitap, 2010.
lo gardaşım ne soriysin
"lo gardaşım ne soriysin? beni boşuna yoriysin kürt de türk de bir silahın yarısı biri namlu biri gundah inanmassan aç tarihi horasan'dan bu yana geçmişe bah! aynı kökten su yürümüş gövdeye gövdenin üst yanı çatal her çatalda bir güçlü dal dalın üstünde yemişler dallar farklı, gövde aynı kök aynı birine kürt, birine türk demişler. kürt ziya'ydı ziya gökalp türkçülüğün esasını yaratan fırat dicle birbirine karışmış belli değil alan satan aynı mezarlıkta yanyana uyur anan baban, deden atan. kürt de, türk de bir bütünün yarısı birinin anası anam öbürünün anası emmim garısı. felek bizi aynı yünden eğirmiş gara, yeşil, gırmızı, mor boyamıza sarı girmiş, al girmiş ayırmak zor tek kilimde bir çift nakış yanyana can vermişiz, gan vermişiz aynı can''a... lo gardaşım ne soriysin? beni boşuna yoriysin..." ŞEMSİ BELLİ
Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.
Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı. Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Hatta Babamın bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki. En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani. Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, Oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik. Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi. Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık. Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler Annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik. Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Kısacacı evine gidip gelen elinde mutlaka yiyecekle dönerdi. Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu. Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır, Çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi... Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı. Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, Onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, En fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık. Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık. Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık. Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik. Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim. Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum. Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem. Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece ; bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri. Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar... Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz.. Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu. Ben kapılarında ' vale ' lerin, ' bady ' lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir. Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana. Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder. Nedir bunlar? Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk. Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk. İyi de neden böyle olduk ? Biz mi istemiştik? Yoksa birileri mi böyle istedi?.. 'Her toplum hakettiği gibi yönetilir'' derler ya, hakettiği gibi de yaşar diyelim mi ?
ESKİ SEVGİLİM
Şarap gibi güzelsin.
Eski sevgilim.
Şarap yıllandıkça değerlenir,
Sende yıllar arttıkça,
Sevgin çoğaldı,yüreğimde.
İlk sevgilim,ilk aşkımdın.
El ele tutuştuğumuzda,
Utancımızdan,
Sevincimizden,terlerdik.
Aşkımızın ateşinden.
Hiç eksilmedi yüreğimden,
Sevgin.
Günler geçtikçe,artıyor.
Sana olan,sevgim,saygım,özlemim.
Yinede bir tanesin,
Eski sevgilim.
Cemal Borandağ
12 Ocak 2918 Tuzla-İstanbul
Her şey unutulur,ilk aşklar unutulmaz.
Eski sevgilim.
Şarap yıllandıkça değerlenir,
Sende yıllar arttıkça,
Sevgin çoğaldı,yüreğimde.
İlk sevgilim,ilk aşkımdın.
El ele tutuştuğumuzda,
Utancımızdan,
Sevincimizden,terlerdik.
Aşkımızın ateşinden.
Hiç eksilmedi yüreğimden,
Sevgin.
Günler geçtikçe,artıyor.
Sana olan,sevgim,saygım,özlemim.
Yinede bir tanesin,
Eski sevgilim.
Cemal Borandağ
12 Ocak 2918 Tuzla-İstanbul
Her şey unutulur,ilk aşklar unutulmaz.
Türkmen evine bir şıh misafir geldi, cübbeli sarıklı torba sakallı…
Buyur ettiler, köylülerle birlikte odaya aldılar, köylüler ne keramet edecek diye ağzının içine bakarken, şıh arada bir irkilir gibi yapıp “Hoşt” diyordu…
Köylüler bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar, merakla sordular: “Ya şıh hazretleri nedir arada hoşt dediğin?..”
Şıh:
“Bir köpek Kabe’nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor, onu görüyorum, tabii ki hoşt diye kovalıyorum…”
Köylülerin itikadı bir iken bin oldu…
Olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırladı, herkesin önüne üzerinde et olan pilav geldi…
Şıhın tabağında sadece pilav vardı…
Şıh bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya “Benim tabağımda et niye yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?” diye sordu…
Hanım ağa yaklaştı, tabağı ters çevirdi, onun etlerini pilavın altına koymuştu… Pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirdi:
“Ulan deyyus tabağındaki eti göremedin de, Kabe’deki iti mi gördün?..”
Köylüler bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar, merakla sordular: “Ya şıh hazretleri nedir arada hoşt dediğin?..”
Şıh:
“Bir köpek Kabe’nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor, onu görüyorum, tabii ki hoşt diye kovalıyorum…”
Köylülerin itikadı bir iken bin oldu…
Olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırladı, herkesin önüne üzerinde et olan pilav geldi…
Şıhın tabağında sadece pilav vardı…
Şıh bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya “Benim tabağımda et niye yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?” diye sordu…
Hanım ağa yaklaştı, tabağı ters çevirdi, onun etlerini pilavın altına koymuştu… Pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirdi:
“Ulan deyyus tabağındaki eti göremedin de, Kabe’deki iti mi gördün?..”
On iki yaşındaki oğlan
On iki yaşındaki oğlan, on dört yaşındaki amcaoğluna soruyor:
- Abi ablam yakında nişanlanıyor biliyorsun...
- Yaz sonu nikâh varmış, bizim evde de konuşuyorlardı.
- Ben sana bir şey sormak istiyorum...
- Söyle...
- Bu nişan dedikleri ne? Evde sordum, 'Eh evlenecekler işte' diyorlar ama nişanlanınca ne oluyor, onu anlayabilmiş değilim.
- Hıııım... Zor soru, bak ben sana bir örnekle anlatayım...
- Dinliyorum.
- Diyelim ki Şubat'ta yarıyıl karnesini aldın, hepsini pekiyi getirdin. Sana bir bisiklet alıyorlar ve 'Haziran'da bütün dersleri pekiyi getir, sınıfı geç, bu bisiklet senin' diyorlar. İşte Şubat ile Haziran arasındaki o süre var ya, bisiklet senin ama binemiyorsun; o süreye 'nişanlılık dönemi' deniyor.
-Haa şimdi anladım, bisikletin var, evde duruyor; sen ona bakıyorsun o sana bakıyor; ama binemiyorsun ta ki sınıfı geçene kadar. Peki dokunmaya izin var mı?
- Vallahi onu ben de tam olarak bilemiyorum; binmek kesin kes yasak da, galiba ziliyle miliyle oynayabiliyorsun!
- Abi ablam yakında nişanlanıyor biliyorsun...
- Yaz sonu nikâh varmış, bizim evde de konuşuyorlardı.
- Ben sana bir şey sormak istiyorum...
- Söyle...
- Bu nişan dedikleri ne? Evde sordum, 'Eh evlenecekler işte' diyorlar ama nişanlanınca ne oluyor, onu anlayabilmiş değilim.
- Hıııım... Zor soru, bak ben sana bir örnekle anlatayım...
- Dinliyorum.
- Diyelim ki Şubat'ta yarıyıl karnesini aldın, hepsini pekiyi getirdin. Sana bir bisiklet alıyorlar ve 'Haziran'da bütün dersleri pekiyi getir, sınıfı geç, bu bisiklet senin' diyorlar. İşte Şubat ile Haziran arasındaki o süre var ya, bisiklet senin ama binemiyorsun; o süreye 'nişanlılık dönemi' deniyor.
-Haa şimdi anladım, bisikletin var, evde duruyor; sen ona bakıyorsun o sana bakıyor; ama binemiyorsun ta ki sınıfı geçene kadar. Peki dokunmaya izin var mı?
- Vallahi onu ben de tam olarak bilemiyorum; binmek kesin kes yasak da, galiba ziliyle miliyle oynayabiliyorsun!
SARIKAMIŞ AĞIDI VE PINARBAŞILI KARA ZELA (ZALA)
1914 yılı sonlarında Sarıkamış’ta yaşadıklarımıza hangi Türk’ün yüreği dayanır ki... Rus ordusuna ağır bir yenilgi yaşatan ordumuz, Enver Paşa komutasında Rus ordusunu imha için giderken ağır kış şartlarına yenik düşmüştü. Enver Paşa komutasındaki ordu 150.000 kişiydi ve bu 150.000 kişi Sarıkamış taarruzunu gerçekleştirmek üzere yola çıktı. Enver Paşanın umumi karargahını önce X. Kolordu ile daha sonra XI. Kolordu ile beraber, dışarıda hava sıcaklığının 25 derece olduğu halde çadırsız bir şekilde 5 gün geçirdiler. Oluşan karın yüksekliği yaklaşık 1.5 metreyi buluyordu Sarıkamış Harekatı diye geçen taarruz 21 Aralıkta başladı ve 25 gün sürdü. Aşırı soğuktan dolayı tam 90.000 şehit verdik. Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekatını tarih kitapları bir trajedi olarak nitelendirir. Gerçekten de doksan bin insanımızın boşu boşuna ölüp gittiği bu harekat bir trajedidir. Allahüekber dağlarında donarak ölen askerlerimizin iskeletlerinin uzaktan çalı çırpı gibi göründüğünü o dönemde yaşamış olan insanlar da tanık olmuşlardır. “Buradan o dağlara baktığımızda, üzerine kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu oraya gidince anladık.
“ Vaktiyle Sarıkamışlı bir ihtiyarın söylediği bu sözler, tarihimizde Sarıkamış Harekatı olarak bilinen facianın boyutlarını özlü bir biçimde yansıtıyor. Bu milletin hüznüne akıl erdiremeyenler, Türk tarihinin bu acı sayfalarını yeterince bilmeyenlerdir. Her Türk’ün acısına dayanamayacağı birçok hadisenin en acı olanlarından biridir Sarıkamış. Yurdun dört bir yanından toplanan "ayağı çarıklı", yarı aç, yarı çıplak, daha bıyığı bitmemiş delikanlıların ellerine silah verilir. Daha hızlı gitsinler diye kaputları, yiyecekleri ellerinden alınan binlerce asker, kara kışta Doğu Cephesi`ne gönderilir. Açlık, bit, salgın hastalıklar soğukla birleşince daha düşmanla karşılaşmadan 90 bin asker Sarıkamış dağlarında can verir. Kimi soğuktan donar, kimi açlıktan, hastalıktan ölür. Kayseri`den Çanakkale`ye, Amasya`dan Çorum`a umudunu kesen anaların gelinlerin ağzından onlarca Sarıkamış ağıdı yakılır: Oltu`dan girdik de Sarıkamış`a Akıl ermez orda yatan üleşe Askeri kırdıran Enver Paşa Kitlendi kapılar, mekan ağladı Tam doksan bin insanımızın ölümüyle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanmış Sarıkamış olayını Falih Rıfkı’nın şu sözleri çok iyi özetliyor: “.... Bugün, o hataların yıktığı memleketin harap ve türap enkazı üstünde, bize biraz hürriyet kazandırmak ve yalnız Anadolu ile İstanbul’u ve Edirne’yi kurtarmak için çarpışan Mustafa Kemal Paşa, Doğu Anadolu harap olmamış olsaydı ve eğer yalnız kumandan hatası yüzünden ölüp giden Türkler sağ olsaydılar, bugün Yunanlıları denize dökmüş olacaktı. Şimdi Mustafa Kemal Paşa, Hafız Hakkı’nın muhterem mezarı ile arkadaşı Enver Paşa’nın ara sıra Doğu Anadolu harabeleri arkasından beliren hayaletine karşı yumruklarımı sıkıp sorsa ve dese ki: “Dostlar siz ne yaptınız? Türklerin yaşamak ve ölmek için vatana lazım oldukları gün bugündü. Doğu Anadolu’yu aradık taradık, o enkaz arasında bir insan ve bir iskelet çıkıyor. Bu kemik olan kahramanlar, bugün hürriyet ve namus için dövüşeceklerdi. Şu hürriyet ve namus mücadelesinde birisinin bile ölmesine güç razı olduğumuz o ordularca Türk’e nasıl kıydınız?” Ben Sarıkamış Trajedisinin vahametini tarih kitaplarından okumadan önce Musa Eroğlu’nun söylediği yürekleri yakan “Sarıkamış Ağıdı”nda anladım. Kayseri’nin Pınarbaşı İlçesinin Sindel Köyünden Kara Zala (Zeliha) Hala, “Sarıkamış Ağıdı”nın kaynak kişisidir. Onun büyüklerinden öğrendiği bu ağıdı, İmami ortaya getirdi ve bütün Türkiye, Musa Eroğlu’nun sazından ve sözünden bu ağıdı dinleyip göz yaşı döktü. Ağıdın sözleri şöyle:
Sarıkamış Altın Bulak
Soğanlı`yı biz ne bilek
Bizim uşak göycek gezer
Ağca zıbın, kara yelek
Yüzbaşılar binbaşılar
Tabur tabur karşılar
Bir kar yağar ince ince
Yatan şehitler ışılar
Gözünü sevdiğim Eşe
Tekerin dayandı taşa
Seferberliği durdur
Elin öpem Enver Paşa
Ağıt, Sarıkamış hadisesinin bizim yöremiz için de ne kadar etkili olduğunu gösteren bir belge niteliğinde adeta. Daha önce Kars, Erzurum, Sarıkamış ve Kafkas cephesinde şehit düşen Türkmen beylerinin ağıtları, Ahmet Şükrü Esen’in “Anadolu Ağıtları” kitabında yer tutuyordu. Kara Zala (Zeliha) Hala’nın bu ağıdı da Sarıkamış’ta şehit düşen nice Türk askerlerinin içerisinde Aziziyeli Avşar Beylerinin çocuklarının olduğunu gözler önüne seriyor. Hatta Ruhi Su’nun söylediği Sarıkamış Ağıdı’nda bunu açıkça dile getiren dörtlükler de vardı:
İbrişimin kozaları
Battın Avşar kazaları
Sarıkamış`ta kırıldı
Gonca gülün tazeleri
Kayserimizin yetiştirdiği değerli araştırmacı Ahmet Z.Özdemir (namı diğer Şeker Ahmet), Öyküleriyle Ağıtlar 1 (Kültür Bakanlığı, Ankara, 1994) kitabının 35 ile 38. sayfalarında Kara Zala Hatun’dan derlenmiş ağıdı 17 dörtlük olarak vermektedir. Özellikle bir dörtlük var ki Kara Zala Hala’nın dilinden yaşananları özetlenmektedir:
Aziziye baba yurdum
Kafkasya’ya tabya kurdum
Benim korkum Ruslar değil
Kara kışa kurban verdim
Yine 90 bin şehit verişimizin şaşkınlığını dile getirirken de:
Sarıkamış ne aralı
Kimi ölmüş kimi yaralı
Bunu duymuş var m’ola
Yalan dünya kurulalı
Demektedir. Evet, böyle dramı, trajediyi biz de Kara Zala gibi başka bir yerde duymadık, bilmiyoruz. Yine Kara Zala, Sarıkamış’tan sonraki durumu da bütün açıklığı ile dile getirir. Anadolu’nun bağrına düşen bu büyük acıdan bizim bölgemizin ne kadar büyük bir pay aldığını böylece daha iyi anlıyoruz:
Uşak gitti sürüyünen
Asker kalkar boruyunan
Hangi eve vardıyısam
Bir gelin var karıyınan
Gözyaşlarımız sellere karışırken Rabbimin bu aziz millete böyle acılar yaşatmamasını diliyorum. Ruhları şad olsun.
S.Burhanettin AKBAŞ
PINARBAŞILI KARA ZELA (ZALA) SARIKAMIŞ AĞIDI
5 Ocak 2018 Cuma
BEN CUMHURİYET KADINIYIM
Laik yaşamak varken, Şeriat diye bağıramam. Ekmek özgürlük eşitlik savaşında, Erkeğimle omuz omuza vuruşmak varken, Boynuma zincir, ayağıma pranga vurdurup, Sinemem bir köşeye. BEN CUMHURİYET KADINIYIM, İnkar edemem nene hatunu, kara fatmayı, Bebeği yerine mermiyi saran o yüce anayı. Unutamam Çanakkaleyi, Dumlupınarı kurtuluşu, Her karışı şehit kanlarıyla sulanan vatanı, Satamam ne pahasına olursa olsun. BEN CUMHURİYET KADINIYIM, Değer görürken öpülürken elim, Satılamam pazarlarda köle misali. Dünya kadınlarıyla aynı safta olmak varken, İkinci sınıf sıfatını yakıştırmam kendime. Kadın erkek eşitliğini vermişken elime Ata'm, Yine on adım geriden yürüyemem, BEN CUMHURİYET KADINIYIM, Yürümek varken ilkeler elimde, Uğraşamam sultanla sarayla hanla. Değişemem özgürlüğümü parayla malla. Ak güvercinleri uçurmak varken göklerde, Dalgalandırmak varken o ayyıldızı gönderde, Bakamam kapkaranlık semaya. BEN CUMHURİYET KADINIYIM, Seçme seçilme hakkım varken elimde, Razı gelemem haksızlıklara. Savunmadan suçsuzluğumu, Boynumu vurduramam canice. Ben anayım ben kadınım. Hayat savaşında varım yiğitçe mertçe, Susamam son sözümü söylemedikçe. BEN CUMHURİYET KADINIYIM, Atamın verdiği bunca nimeti, Tepemem elimin tersiyle. Göğsümü açsalar bağrımı dağlasalar, Sürükleseler taşlasalar Halide Edip gibi, Ölüm bile hoş gelir binlerce şehit gibi. BEN CUMHURİYET KADINIYIM.
Kırk yaşındayım
Kırk yaşındayım ve düğmeleri iliklenmiş gömlekler seviyorum selvilerde lirik limanlar barındıran söğütler kırk yaşındayım ve azalmaya başladı suda sektirdiğim taşlar daha çok sevdalıyım sözcüklere kırk yaşındayım aylanıp güneşleniyorum yeniden ağaçlardan biri gibi davranıyorum buharlaşıp sevdalanıyorum gören dünyadan desin! kırk yaşındayım yeşilleniyorum , göğe ısrarla bakıp bir damla olmak için çapalıyorum yer yüzünü ısrarla seviyorum daha az darılarak tanrılara öperek kurtarmaya çalışıyorum dünyamda beslediğim sevdaların resmini kırk yaşındayım bilemem kaçıncı baharım katlar mıyım bu sayıyı ölüm neticede sürprizi sever arabaların ninnisiyle uyutur okumuzun yayını koparır ve gideriz kalbimizde derin sevdaların yarası toprak kokulu merhemle kırk yaşındayım hala şaşkınım yeni doğan bir bebeğin gözüyle, bu dünya nasıl bir yer…. Şiir : Nisa Leyla
Diş hekiminizin sizden nefret etmesi için 10 neden
1.Daha içeri girer girmez dişhekimlerinden hiç hoşlanmıyorum deyin. 2.Randevunuza geldiğinizde dişlerinizi fırçalamadığınızı apaçık belirtecek yiyecekler yemiş olun. Günde 3 defa fırçaladığınıza dair yeminler edin. Fakat 10 gündür fırçalamadığınıza dair dişeti kanaması ve plak bulunsun. 3.Çürüğünüz olduğu için dolgu gerektiğinde 1 sene bekleyip sonra yavaş yavaş ağrılar hassasiyetlerle haftalarca dolaşıp sonra bir Cumartesi akşamı dişhekiminiz arkadaşları ile yemekteyken arayıp çok acil dayanılmaz bir ağrınız olduğunu söyleyin. 4.Randevunuz sırasında ağrı hissettiğiniz durumlarda işaret verin diyen dişhekiminize, ağzınızı yeterli derecede açmayın, ağrımadığı halde mızıldanın, dilinizle binbir takla atın. 5.Vücudunuzun herhangi bir yerine örneğin femur dediğimiz kemiğinize yabancı bir materyal yerleştirildiğinde bir süre ağrıyabileceği gerçeğine rağmen diş hekiminizin çürük dişinize müdaheleden sonra onu arayıp ‘dişim size gelmeden önce ağrımıyordu’ deyin. 6.Röntgen gerektiğinde ama bu nedenle radyasyon alacağım deyin. 7.Dişhekiminize dişlerinizi yaptırdıktan sonra ödeyeceğiniz parayla neler yapabileceğini söyleyin. 8.Dişlerinizi gıcırdattığınızı söyleyen hekiminize fal bakan teyze muamelesi yapın çünkü o bilimsel veriler ışığında değil efsanelere göre konuşmaktadır. 9.Dişhekiminizin saatler harcayarak size harcadığı emeklerden sonra ödeyeceğiniz paradan şikayetçi olun. 10.Randevunuza gelmeyin yada randevunuza 5 dakika kala arayıp erteleyin.
Emperyalizmin Amacı
Bu sözü söyleyen kim biliyor musunuz? Orta Doğu CIA Şefi, kendisi Ilımlı İslamın kurucusudur. Kemalizmin işi bitti şimdi tarikat zamanı diyen kişidir. Burada da görüyoruz ki Emperyalizmin amacı birdir ama yöntemi bindir. Uzak durmanız gereken temelde üç sınıf vardır. Amerikan İslamcısı Amerikan Solcusu Amerikan Mandacısı Amerikan İslamcısı, mevcut iktidardır, İslam ile uzaktan yakından alakası yoktur, 2-3 kere Osmanlı diyerek, bir kaç kere de Cuma'ya gittiler mi, İsrail'i korumak için kurdurdukları füze kalkanları, aldıkları Yahudi Cesaret Madalyaları, Şovalye Nişanları unutulur gider. Amerikan Solcusu, Demokrasi ve Kardeşlik adı altında, Komünist kesimin başını çektiği, ülkeleri bölünmeye iten, kardeşliği kendi kör ve yetersiz, toplum doğasından uzak, bireyleri birleştirerek toplum haline getiren kültürün içeriğini ve işlevini anlamaktan aciz bir ideolojinin uykulu sayıklayıcıları gibi sürekli aynı sloganları atarak, bölünmezsek bu Faşizmdir, Demokrasi, Kardeşlik için ülke bölünmelidir mantığı ile Ulus-Devletleri gene iddia ettikleri gibi hiç bir azınlığın, kökenin kendi adıyla anılmayacağı ve anadilde eğitim alamayacağı bir başka ULUS eksenli Devlete kaydırmaya çalışırlar. Buradaki Ulus değişikliği ise Emperyalizmin isteğine göre şekillenir. Günümüzde de geçmişte de bu Kürdistan'dır, 100 Yıl önce Sevr anlaşmasına Kürdistan kurulacak şeklindeki maddeler boşu boşuna konulmamıştır. Amerikan Mandacısı ise, liberal takılan, özgürlüklerden, düşünce hürriyetinden bahsederken sürekli Avrupa'yı örnek göstererek, Türkiye'nin temel değerlerini, topluma mal olmuş Atatürk, Esat Bozkurt belki Osmanlı Padişahları hatta Attila gibi, tarihimizin derinliklerinden olan Kahramanlarımızı aşağılarlar. Atatürk Diktatördü, Attila Barbardı Osmanlı ise istilacıydı, sömürgeciydi, soykırımcıydı gibi örneklerle Türk Ulusunun özgüvenini, tarihine olan sevgisini ve bağlılığını zedeleyerek Emperyalizme kültürel ve siyasi açıdan, aynı ulus fertlerini daha hassasiyetsiz konuma getirmeye çalışırlar. Size söyleyeceğim şudur ki, kim olursa olsun, hangi ideoloji ya da düşünce, sınıf olursa olsun içinde eğer Atatürk ve Türklük yoksa o kişiden uzak durun, er ya da geç, geçmişteki iktidarlarda da olduğu gibi ne bahsettiği gibi dine, ne ezilenlere ne de özgürlüklere önem veriyordur, onun tek amacı Asya'nın Kilidi Anadoluyu, Emperyalistlere açmak hatta kırmaktır... (alıntı)
AĞAÇLAR VE PERİLER (Bir Anadolu efsanesi)
Driyo ile İyo iki kız kardeştir. Driyo evli idi. Bir gün iki kız kardeş bir pınar başına varırlar.Driyo meyveli bir mersin dalı koparır. Dalın koptuğu yerden kan damlamaya başlar. Driyo şaşırır. Genç kadın böylece- istemeyerek- bir dryatı-Ağaç Perisini- öldürmüş olur. Korku içinde kaçmaya çalışır, ama topukları toprağa köklenmeye başlamıştır.Kadın yalnız belden yukarısını oynatabildiği için "Eyvah" diye saçlarını yolmaya başlar ama avuçlarını saçlarıyla değil kopardığı yapraklarla dolu bulur. O sırada çocuğu ağlamaya başlar. Emzirmeye kalkışınca memesinin ağaçlaştığını, sütünün kesildiğini görür. İyo kardeşinin yardımına koşar. Ne var ki; ablasının ağaçlaşmasını önleyemez. Tam o sırada kızların babası ile kocası çıka gelir. üçü birden ağacın sıcak gövdesine sarılır, öperler, öperler ve tanrılara Driyonun geri dönmesi için yalvarırlar. artık Driyonun gövdesi yamru yumru olmaya başlamış, her yanı ağaç kesilmiştir. Genç kadın güç bela konuşmaya başlamıştır. "Hiç günahım yok. Bu cezaya çarptırılmak için bir suç işlemedim. Kimseyi incitmedim. Çocuğumu dallarımın arasından alın ve bir süt anneye verin. Onu sık sık buraya getirin. Çocuğumu burada emzirsinler. Çocuğum gölgemde oynasın. Büyüyüpte konuşmaya başladığı zaman bana ANNE diye seslensin. Anasının bu ağaç olduğunu bilsin. ama ağaçların dallarını yapraklarını koparmaktan sakınsın. Çünkü her ağaç belki de benim gibi bir anadır" der. Koca ağaç hüngür hüngür ağlar. Göz yaşları sakız olup akar. İnsanlar Sakız ağacının sakızlarını toplarlar. İşte böyledir. Anadolu denen bu kutsal yurdun taşı toprağı, ağacı, ormanı Halikarnas Balıkcısı -MERHABA ANADOLU-
Zamanın Birinde
Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an gözgöze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılana vurmay...a kıyamamış. Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş. ''Ey insanoglu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edecegim'' demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra agzında bir altın lira ile dönmüş ve ''Bundan böyle ömür boyu sana hergün bir altın lira verecegim!'' demiş. Oduncu altını bozdurmuş ve evinde ogün şenlik olmuş. Aileside dahil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştıgı için durumunun düzeldigini zannetmiş. Oduncu yıllar boyu hergün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Birgün oduncu agır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluga alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oglunu yanına çagırmış ve yılanın sırrını anlatmış. ''Kör kuyunun başına git ve oglum oldugunu söyle; yılan sana altın verecek!'' demiş. Oglu inanmamış ama gitmiş. Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oglu olduguna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oglan önce inanmadıgı hikayenin gerçek oldugunu görünce hırsa kapılmış, ''Kimbilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!'' diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyrugunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oglanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oglu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatagından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oglu cansız yatıyor. Yılanda o anda görünmüş; kuyrugu yok ve kanlar içinde. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oglu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı... ''Hatalı olan oglum olmalı!'' demiş ve yılandan özür dilemiş. ''Tekrar dost olalım!'' demiş. Yılan ise acı acı gülümsemiş: ''ÇOk isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!'' demiş..
NAZIM HİKMET'TEN RUBAİLER
Öptü beni; "Bunlar kainat gibi gerçek dudaklardır" dedi, "Bu ıtır senin icadın değil, saçlarından uçan bahardır" dedi. "İster gökyüzünde seyret beni, ister gözlerimde" "Körler görmese de, yıldızlar vardır dedi. "Paydos" diyecek bize bir gün tabiat anamız, "Gülmek, ağlamak bitti çocuğum" ve tekrar ucsuz, bucaksız başlayacak, Görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat. "Şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan Hayyam, Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen, yırtık pabuçlu adam "Ben bu nimetleri yıldızlardan fazla olan dünyada acım, "Şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param." Ölümü,ömrün kısalığını, tatlı bir kederle düşünerek, Şarap içmek lale bahçesinde, ayın altında Bu tatlı keder doğduk doğalı nasip olmadı bize, Bir kenar mahallede,simsiyah bir evin zemin katında. Gözlerin güneşle dolu, balla dolu petek, Gözlerin; sevgilim gözlerin toprakla dolacak yarın, Bal başka petekleri doldurmaya devam edecek. Aramızda sadece bir derece fark var, İşte böyle kanaryam. Sen kanatları olan düşünmeyen kuşsun, Ben elleri olan, düşünen insan.
Hintli Bir Bilgin
Hintli bir bilgin öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince bilgin “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş. Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.” “Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.” Daha sonra bilgin öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz...
Kadının Biri
Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip: - Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz? Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra: - Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir.. Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş. Kadına bir kese altın uzatıp: - Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam: - Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar. Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından: - Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun! Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır ,kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki,elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız. Sağlık gibi.Evlat gibi.Ana baba,kardeş gibi. , cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip: - Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz? Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra: - Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir.. Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş. Kadına bir kese altın uzatıp: - Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam: - Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar. Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından: - Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun! Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır ,kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki,elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız. Sağlık gibi.Evlat gibi.Ana baba,kardeş gibi.
Onu çözemiyorum!
Doç. Dr. Şafak Nakajima ''Onu çözemiyorum! Bazen bana o kadar iyi davranıyor ki, kendimi bulutların üzerinde hissediyorum. Ama birden bire, hiç nedensiz, yerle gök birbirine karışıyor. Az önce bana cenneti tattıran o insan gidip, yerine zalim, kaba, en ağır sözleri hiç sakınmadan söyleyebilen bir canavar geliyor. İlişkimiz çok dengesiz. Anlayamıyorum! Çok akıllı, karizmatik ve zor durumda olanlara şefkat ve sevgi dolu olan bir insan nasıl oluyor da bu kadar yıkıcı bir insana dönüşüp en yakınındakilere sınırsız acılar çektirebiliyor? Kontrolsüz ve dengesiz olduğuna karar verip onu her terk etmeye kalkıştığımda, gittiğim takdirde kendisine zarar verecek şeyler yapmakla tehdit ediyor, korkutuyor ve ne yapıp edip beni geri döndürüyor. Hatta ikna etmek için öyle şeyler anlatıyor ki beni, kendi haksızlığıma inandırıyor. Sonunda özür dileyen ben oluyorum. O an rahatlıyor. Ben de öyle… Hayat yeniden güzelleşiyor! Birkaç gün sonra yeni bir fırtına kopup, aynı şeyleri yeniden yaşayana dek…'' Bu sözlerle tanımlanabilecek özelliklere sahip birisiyle yaşıyorsanız, hayat sizin için büyük olasılıkla, engebeli arazide yapılan zor bir yolculuk gibidir. Bu yolculuğun sakin ve dingin olması neredeyse imkânsızdır. Karşınıza her an, tehlikeli engeller çıkar. Yolunuzu kesen her bir taş, her bir kaya, yeni bir savrulma demektir. Engebeli arazi yolculuğunda, ne bu kayalar biter, ne de savrulmalar… Dengeyi korumak güçtür. Büyük heyecanlarla başlayan yolculuk zamanla, kıyasıya bir mücadeleye, yorucu ve baş döndürücü bir azaba dönüşür Böylesi durumlarda, bulgular dikkatle değerlendirilmeli, sorunun altında, tanımlanabilir bir ruhsal rahatsızlık bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Sınırda (Borderline) Kişilik Bozukluğu, yaşanan dengesizlik ve savrulmaların sık rastlanan nedenlerinden bir tanesidir. Sınırda Kişilik Bozukluğu, toplumun ortalama % 6 ila 10’unda görülen, kadınlarda üç misli fazla rastlanan bir ruhsal sorundur. Şizofreni ve Bipolar Bozukluktan (Manik Depresyon) daha sık görülür. Sınırda Kişilik Bozukluğu olanlar: • Duyguları kontrol etme ve yönetmede zorlanırlar • Ruhsal durumları değişkendir, dakikalar ve saatler içinde tamamen farklı bir insan haline gelebilirler • Düşünce ve planları çok sık değişir • Narsisizme yatkındırlar, kendilerini çok önemserler • Gerçekleri çarpıtır ve yarattıkları yeni gerçekliğe tamamen inanırlar • Bazı insanlara çok olumlu ve güzel yüzlerini gösterirlerken, çok iyi tanıdıkları kişilere karşı acımasız, suçlayıcı, zorba ve saldırgandırlar • Çoğu zaman endişeli, gergin, güvensiz ve şüphecidirler • Başkalarına bir an çok yakın olmak sonra da aynı kişiden aniden uzaklaşmak isterler • Karşısındaki kişinin kendi hayallerine uygun olduğuna dair fantezilerine kapılıp ilişkiye girmekte acele ederler, ''aşk'' sözcüğünü kolayca kullanırlar • Bir süre çok yücelttikleri, idealize ettikleri, kusurlarını görmezden geldikleri birisini ya da bir durumu, bir anda dünyanın en değersiz ve kötü kişisi veya durumu olarak tanımlayabilir, onlara dair olumlu hiçbir şeyi hatırlamazlar • Başkalarını ya tamamen kendisinden yana bir melek ya da kendisine düşman bir şeytan olarak görürler. Onları yapmadıkları şeylerle, inanmadıkları şeylere inandıklarını söyleyerek suçlarlar • Duygu ve düşünceleri, o anda yanında kimin olduğuna bağlı olarak değişiklik gösterir • Başkalarının kişisel sınırlarına saygı göstermezler ve kendi sınırlarını tanımlamakta zorlanırlar • Önemsiz veya abartılmış nedenlerle insanları hayatlarından çıkarır, daha sonra yeniden bir araya gelmek için çılgınca çaba sarf ederler • Öfke ve kızgınlıklarını uygunsuz biçimde, hakaret ederek, tırmalayarak, tekmeleyerek, vurarak ifade ederler veya öfkelerini ifade etmekte zorlanırlar • Önemsiz şeylere aşırı tepkiler verdikleri ve duyguları tutarsız olduğu için, uzun süreli dostluklar ve ilişkiler kuramazlar, sık sık iş değiştirirler • Hayatın merkezinde kendilerinin bulunmasını isterler ve bunun olmadığını düşündüklerinde kendilerini reddedilmiş hissederler, yeterince sevgi ve şefkat görmediklerine inanırlar • Sıklıkla kendilerini içsel bir boşluk içinde, gerçek değilmiş, bir hiçmiş gibi veya sanki kendi bedeninde değilmiş gibi hissettiklerini söylerler • Kendi davranışlarından, başkalarını sorumlu tutarlar veya başkalarının davranışlarından dolayı kendilerini gereğinden fazla sorumlu hissederler • Terk edilmekten, yalnız kalmaktan çok korkarlar ve bunu engellemek için çok yoğun çaba gösterirler • Empati duymakta zorlanırlar • Farklı kültürlere ilgi duyarlar ama bu ilgi de çoğu kez süreklilik göstermez • Hatalarını kabul etmezler veya yaptıkları her şeyin bir hata olduğunu söyler ve bazen bu iki durum arasında gider gelirler • Kendilerine zarar verme, yaralama, sigarayla yakma, bileklerini kesme, intihar girişimi gibi davranışlarla etrafı tehdit edebilirler, bunları yapabilirler • Aşırı para harcama, tehlikeli ve riskli cinsel ilişkiler yaşama, kumar oynama, alkol ve uyuşturucu kullanma, başkalarından veya mağazalardan bir şeyler çalma, aşırı yeme veya hiç yememe, tehlikeli araba kullanma, sık sık kavgalara karışma gibi kontrolsüz davranışlarla, kendilerine ve çevrelerine zarar verebilirler. Tüm bulguların bir arada olması gerekmez ama duygusal tutarsızlık, duygu ve davranışları kontrol bozukluğu, patlayıcı öfke hemen her olguda vardır. Çoğu, baş ağrısı ve migrenden yakınır. Araştırmalar, bu kişilerde, serotonin, dopamin ve diğer sinir ileti proteinlerinin dengesizliği olduğunu göstermektedir. Tablo, % 70 kalıtsal geçiş gösterir. Diğer yandan çevresel faktörlerin de neden olabildiğini düşündüren bulgular vardır. Yaşamlarında, zor çocukluk deneyimleri, saldırgan, çatışmalı, alkolik aile öyküleri sıklıkla bulunabilir. Sınırda Kişilik Bozukluğu yaşayan kişilerin %25’i Travma Sonrası Stres Bozukluğu kriterlerine uymakta ve % 70’i geçmişte cinsel taciz yaşadıklarını bildirmektedir. İntihar oranı % 10’dur. Başka ruhsal hastalıklar ve kişilik bozuklukları ile bir arada bulunabilir. Sağlıksız sosyoekonomik yapı, durumu ağırlaştırır. Sorunun varlığını kanıtlayacak bir kan testi veya görüntüleme yöntemi yoktur. Tedavi ancak, kişinin sorununu kabul etmesiyle başlatılabilir. Her tedavide geçerli olduğu gibi, sağlıklı hasta-hekim ilişkisi, aile ve çevrenin desteği, tedavi başarısını etkiler. Tek ve kolay bir tedavi metodu olmayıp, sabırlı bir iç görü çalışması ve bazen de psikiyatrik ilaç desteği gereklidir.
Kadın kocasına
Kadın kocasına:
- Bugünden itibaren pazar ekonomisine geçiyorum - her şeyi para karşılığında yapıyorum:
Yemek yapmak-50 TL,
Çamaşır-50 TL,
v.s, v.s
Seks-100 TL
Gece yatıyorlar. Adam:
- Haydi seks yapalım.
- 100 TL lütfen.
Adam cüzdanında, ceplerinde para arıyor. Sadece 70 TL çıkıyor.
- Yetmiyor.
Uykuya dalıyorlar... Bir ara adam uyanıyor. Bakıyor, karısı kendi çantasını karıştırıyor.
- Ne arıyorsun?
- Sana 30 TL borç vericem de...
- Bugünden itibaren pazar ekonomisine geçiyorum - her şeyi para karşılığında yapıyorum:
Yemek yapmak-50 TL,
Çamaşır-50 TL,
v.s, v.s
Seks-100 TL
Gece yatıyorlar. Adam:
- Haydi seks yapalım.
- 100 TL lütfen.
Adam cüzdanında, ceplerinde para arıyor. Sadece 70 TL çıkıyor.
- Yetmiyor.
Uykuya dalıyorlar... Bir ara adam uyanıyor. Bakıyor, karısı kendi çantasını karıştırıyor.
- Ne arıyorsun?
- Sana 30 TL borç vericem de...
Sessiz Ayrılıklar
Gönül koymalar,
Beklenmedik davranışlarla,
Açıklanmayan sebep,sonuçlarla,
Yok yok,
Bu aşkın bana faydası yok.
Sessiz ayrılıklar,
Ya sevgiyi bitirir,
Ya da sevgiyi,dahada çoğaltır.
Ne mutlu günlerdi,
Güler,eğlenir,dans ederdik.
Yok yok.
Bu aşkın bana faydası yok.
Dün yaşandı,güzellikle,sağlıkla.
Bugün hayat yeniden başlıyor.
Yarın ne olacağını kimse bilmez.
İyi deyelim,iyi olur inşallah.
Yok yok.
Bu aşkın bana faydası yok.
Yeni yılda,yeni aşk!
Yeni şiirlerle,öykülerle,romanlarla.
Belkide yeniden başlarım resme.
Gez dünyayı,çek fotoğrafları.
Yok yok.
Bu aşkın bana faydası yok.
Cemal Borandağ
01 Ocak 2018-Tuzla-İstanbul
Severek yaşadın mı,yaşadığını hissedersin!
BİZİM KUŞAKLAR ÇOCUKKEN ÇOK MUTLU İDİK ÇOOK :
*Çok güzel bir mahallemiz, çok güzel bir okulumuz, çok güzel öğretmenlerimiz, çok güzel arkadaşlarımız vardı…
*Bakkalımız, kasabımız, manavımız, terzimiz, saat tamircimiz, pastacımız da çok güzel insanlardı…
*Mesela bakkal Rüstem Amca, mahallenin veletlerinin hemen kasanın yanında bulunan kavanozdan şeker aşırmasına sesini çıkarmak bir yana, bile bile göz yumardı!..
*Örneğin saat tamircisi Kirkor Efendi, adıyla dalga geçmemize, “Kirkor Amca, krikoyu açsana” diye tempo tutmamıza, gülerek “sizi gidi keratalar” diye yalandan kızarak karşılık verirdi. Bizden sürekli istediği tek şey sokak hayvanlarına iyi davranmamız, yiyecek vermemizdir o kadar!..
Türkçesi bizimkinden birazcık farklı Diyarbakırlı Hasan’ın adı aramızda “Hüsso” idi… “Ula Hüsso napirsen” diye takıldığımızda önceleri kızardı. Sonra müthiş zekasını kullanıp o da hepimize bir lakap takmıştı!.. Solomon’un adı “Salam”, Yaman’ın lakabı ise “Yalama” olmuştu… Kahkahalarla takılırdık birbirimize…
*Hiç kimse için diğerinin ne olduğu, nereden geldiği, mezhebi, ırkı zerre kadar değer taşımazdı; aklımızın ucundan bile geçmezdi!..
*Sonra büyüdük… Biz büyürken mahallemiz, okullarımız, kentimiz, ülkemiz de değişiyordu… Henüz farkında değildik ama bu değişimden biz de nasibimizi alıyor, değişiyorduk!…
-Ülkemizin üzerinde kapkara bulutlar birikiyordu!..
Kamplara ayrılan ülkenin evlatları!..
Gençliğimizin en güzel yılları kavgalar, cinayetler, suikastlar, kumpaslarla geçti…
.
-Halbuki asıl felaket, asıl acı henüz başlıyordu!..
Yıllar yılları kovaladı… Bir zamanların arkadaşları, dostları bambaşka yerlere savruldu. Kahkahalar attığımız o güzelim günler çocukluk yıllarımıza sıkışıp kalmıştı. Bulunduğumuz coğrafyayı değiştirmeye, hallaç pamuğu gibi atmaya azimli güçler, ülkenin evlatları arasına bir karabasan gibi girmeyi başarmıştı!..
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yer altına inen o KAFA, yıllar içinde palazlanmış, Cumhuriyete ihanet edenler sayesinde iktidara uzanmıştı bile. İşte bu dönem, geri kalan tarihimizin tümüne rahmet okuttu!.. Ülke tarihinde görmediği biçimde bir ayrımcılığın, ötekileştirmenin, düşmanlığın tuzağına çekildi… Bu güzelim ülkenin topraklarında, birbirinden adeta nefret eden topluluklar yaratıldı ne yazık ki…diyor ü.zileli.
Mustafa Fehmi Kubilay kimdir?
Mustafa Fehmi Kubilay (1906 - 23 Aralık 1930), Türk öğretmen ve asteğmen.
Kubilay Olayı olarak tanımlanan ve Menemen'de Mustafa Fehmi Kubilay, bekçi Hasan ve bekçi Şevki'nin 23 Aralık 1930'da Cumhuriyet karşıtı bir grup tarafından öldürülmesiyle başlayan ve faillerin (ve ilgili görülenlerin) yargılanması sürecinin sürdüğü Ocak/Şubat 1931 aylarını kapsayan olaylar zincirinin simgesi olan Türk askeridir.
1906'da Kozan'da, Giritli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Baba adı Hüseyin, ana adı Zeynep'tir. Mustafa Fehmi Kubilay 1930 yılında öğretmen olarak İzmir'in Menemen İlçesi'nde asteğmen rütbesiyle askerlik görevini yaparken 23 Aralık 1930’da Derviş Mehmet'in başında olduğu bir grup şeriatçı tarafından öldürüldü. Olay, Cumhuriyet rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica girişimidir, tarihe "Menemen Olayı" ve "Kubilay Olayı" olarak geçmiştir. Atatürk'ün Silahlı Kuvvetlere mesajı, Genelkurmay Başkanı'nın mesajı, TBMM'de soru önergesi ve Başbakan İsmet İnönü'nün konuşması, Bakanlar Kurulu'nun sıkıyönetim ilanı kararı, Sıkıyönetim ilanının TBMM görüşmeleri, yargılamanın ilk günkü tutanakları, Savcılığın Esas Hakkındaki İddianamesi, Divan-ı Harp Kararnamesi, TBMM Adliye Encümeni Mazbatası ve TBMM Genel Kurul kararları, tam metin olarak yer almaktadır. [kaynak belirtilmeli]
Menemen olayının izleri toplumsal bellekte yer etmiş ve Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, "devrim şehidi" olarak simgeleşmiştir. Her sene 23 Aralık'ta Kubilay Olayı ile ilgili olarak çeşitli yayın organlarında konu ile ilgili makaleler yayımlanmakta ve olay lanetlenmektedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)