27 Nisan 2018 Cuma

Deniz Kızı



Hırçın deniz kızı gibisin.
Dalgalanırsın.
Ne istersin,
Sahildeki,kayadan.
Hep dalganı çarpa çarpa,
Parça parça koparırsın.
Hırçın deniz kızı.
Aşk dedikleri,
Bu mu acap!

Erkek dediğin çatal yürekli olmalı.
Yakışıklısı,çirkini olmaz.
Hırçın,aksi,deli-dolu karısı olur.

Annen Leyla adını koydu,
Mecnunu,mutlu edesin diye.
Sen Mecnun çıktın,
Be zalimin kızı.
Ne bağırır çağırırsın,
Sevgiyle,güzelleş,sakinleş,
Huzura kavuş.
Deniz kızı.

Cemal Borandağ
25 Nisan 2018 Tuzla-İstanbul
Mutlu olmak bir sanattır.Alain

ARADIM.?



Yıllar sonra gittim baba yurduna
Gözlerim yaş doldu dünü aradım
Atıldım gurbette dağlar ardına
Koşup eğlendiğim günü aradım

Şöyle bir dönüp de geriye baktım
Hayaller kurup da türküler yaktım
Köyün göründüğü tepeye çıktım
Göçüp gidenleri onu aradım

Kimisi neşeli kimi de yasta
Bir çoğu yaşlanmış kalanı hasta
Hasret kalmışlardır yarene dosta
Çok saygı duyduğum seni aradım

Nasıl özlemişim bilsen köyümü
Aradım orada emmi dayımı
Oturdum kapıya aldım çayımı
Kaybettim kendimi beni aradım

Yürekliyim yalan yoktur sözümde
Kömbeler pişerdi tezek közünde
O toprak evimiz tüttü gözümde
Sanmayın ki sarayı hanı aradım.

Nisanla Başlar Aşklar



Erguvan zamanı boğazda,
Gelincik tarlası gönlüm,
Erikler çiçek açtı.
Aşk mı gelecek.
Gönül bu sevdadan ,
Vaz mı geçecek,türküsünü tutturdum.
Ömür için bir aşk,
Az mı gelecek?
Aldırma deli gönül aldırma.

Nisan yağmuru gibi,
Kısa aşklar,meşkler,
Havasındayız.
Kurtlar,kuşlar,börtü böcek,
Türkü,şarkı,şiir söyler,
Nisanla başlar aşklar

Cemal Borandağ
17 Nisan 2018 Tuzla -İstanbul
İstanbul Boğazında Erguvanlar bizi bekler,sevişmemiz için.

Altıncı gün dolmak üzereydi

Altıncı gün dolmak üzereydi
Ve Tanrı hala kadını yaratıyordu.
Bir melek çıkageldi.
Tanrı’ya;
- Ötekini, erkeği çok daha çabuk yaratmıştın, buna niye bunca zaman ayırıyorsun?
diye sordu.
Tanrı yanıt verdi:
- Çünkü buna çok değerli, çok farklı özellikler katıyorum.
dedi.
- Örneğin yüzlerce parçadan oluşturuyorum.
Ama yine bir bütün olmasını sağlıyorum.
Bu yarattığım bir çok çocuğa aynı anda sarılabilmeli,
Dünyanın her yerindeki çocukları kucaklayabilmeli.
Düşen bir çocuğun kanayan dizini de,
Yaralı bir yüreği de iyileştirebilmeli..
Melek sordu:
- Kaç eli, kaç kolu olacak?
- Sadece iki.
- İki el, iki kolla mı yapacak bu dediklerini…
- Hepsi bu değil…
Kendi yaralarını da kendi sarabilecek.
Ayrıca günde 18 saat çalışabilir durumda olacak…
Melek yaklaşıp kadına dokundu…
- Onu çok yumuşak yapmışsın.
- Yumuşak ama aynı zamanda çok güçlü.
Gücünü ve kaldırabileceklerini hayal bile edemezsin…
- Düşünmeyi de bilecek mi?
- Yalnızca düşünmeyi değil.
hem sağduyusunu kullanmayı,
Aklıyla ve yüreğiyle muhakeme etmeyi,
Hem de mücadele etmeyi,
Düşüncelerini savunmayı,
Sorun çözmeyi de biliyor…
Bunların yanı sıra, uzlaşmayı da biliyor…
Melek, kadının yanağına dokundu.
Eli ıslanınca bu nedir diye sordu.
Tanrı yanıtladı:
- Buna gözyaşı denir.
- Neye yarar?
- Kendini ifade etmeye yarar.
Acıyı, kuşkuyu, aşkı, yalnızlığı, onuru,
Ama aynı zamanda sevinci ifade etmesine yarar…
-Kadının kendini ifade biçimleri sonsuzdur:
o, sevinci, mutluluğu ve aşkı yakalayıp ,
Sımsıkı sarılmayı bilir…
Haykırmak istediği vakit susabilir;
Sustuğunda çığlığını duyurabilir;
Öfkelendiği vakit gülümseyebilir,
Ağlamak isteyince şarkı söyleyebilir,
Mutlu olunca ağlayabilir,
Korktuğu vakit gülebilir…
O inandığı doğrular için sonuna dek mücadele eder;
Haksızlığa karşı savaşır,
Çözüm yolunu biliyorsa,
‘Hayır’ yanıtını asla kabullenmez.
- Amma çok marifeti varmış!
- Arkadaşı doktora yalnız gitmesin diye ona refakat edendir.
Korkan birini gördüğünde,
‘Tut elimi korkma’ deyip,
Elini uzatandır…
Her düğün her doğum haberine mutlu olandır.
Tanıdığı ya da tanımadığı amma kendine yakın bildiği her ölüm haberine kalbi kırılandır.
Ama yine de yaşamı sürdürme gücünü kendinde bulandır…
Çocukları daha çok yesin diye ‘ben zaten toktum’ diyendir…
-Bir öpüş, bir sarılış, bir kucak açışla kırık,
Ya da yaralı bir yüreğin onarılacağını bilendir…
- Peki, bunun hiç mi eksiği ya da yanlışı yok?
- Hiç olmaz olur mu?
Var bir hatası:
" Ne kadar değerli olduğunu unutur... "

20 Nisan 2018 Cuma

Bunları okuduktan sonra salatalığa çok daha farklı gözle bakacaksınız!!!

Olağanüstü Salatalık Bir süre önce bu bilgiler "The New York Times" gazetesinde yayımlandı. 1. Salatalık, günlük ihtiyacınız olan birçok vitamini içerir. Tek bir tanesinde Vitamin B1, Vitamin B2, Vitamin B3, Vitamin B5, Vitamin B6, Folik Asit, Vitamin C, Kalsiyum, Demir, Mağnezyum, Fosfor, Potasyum ve Çinko ihtiva eder. 2. Öğleden sonra yurgunluk mu hissettiniz? Kahveyi, çayı, soğuk içecekleri bir taraf bırakın ve bir salatalık yiyin. Salatalık iyi bir B vitaminler ve Karbohidratlar kaynağıdır ve yediğinizde saatler sürecek yorgunluğunuzu kısa bir sürede ortadan kaldırır. 3. Banyo veya duştan sonra aynanızın buğulanmasından şikayetçi misiniz? Bir salatalık dilimini alıp aynayı ovun. Hem buğulanma yok olacak hem de pırıldayan bir aynaya ve nefis bir kokuya sahip olacaksınız. 4. Haşereler bahçenizi veya saksı bitkilerinizi mahvediyor mu? Bahçeniz için bir aluminyum tabağa (ya da aluminyum folyoya) salatalık dilimlerini koyup, ortada bir yere yerleştirin. Saksılarınıza ise birkaç dilimi toprağın üzerine yine aluminyum tabak veya folyo ile yerleştirin. Bütün mevsim haşerelerden kurtulacaksınız. Salatalıkdaki kimyasallar aluminyum ile etkileşerek insanların algılayamadığı ama haşereleri deli eden bir koku yayar ve onların ortadan kaybolmalarına neden olur. 5. Bayanlar, sokağa çıkmadan önce veya denize-havuza girmeden önce bir süreliğine selülitlerinizden kurtulmak ister misiniz? Sorunlu bölgelerinizi birkaç dakika süreyle salatalık dilimleriyle ovun. Salatalıkdaki fitokimyasallar derinizdeki kollajenlerin gerilmesini sağlar, dış tabakayı sıkılaştırarak selülitlerin görüntüsünü azaltır. Aynı şekilde kırışıklıklara da iyi gelir (özellikle de göz civarları için) 6.Baş ağrısından kurtulmak ister misiniz? Yatağa girmeden önce birkaç dilim salatalık yiyin ve ertesi sabah dipdiri, baş ağrısız kalkın. Salatalık, vücudun kaybetmiş olduğu gerekli besinleri takviye edici yeterli miktarda şeker, B vitaminleri ve elektrolitleri ihtiva ettiği için yediğiniz birkaç dilim sorunlarınızı hemen yok eder. 7. Özellikle diyet yapanlar, açlık dürtünüzü ortadan kaldırmak mı istiyorsunuz? Salatalık yiyin. 8. Evinizde ayakkabı boyanız mı kalmadı? Taze kesilmiş bir salatalık ile ayakkabınızı ovalayın. İçerdiği kimyasallar ayakkabınıza hem harika görünen bir parlaklık verir hem de deriyi su geçirmez hale getirir. 9. Evinizde bir kapı, pencere ya da benzer bir şey gıcırtı mı yapıyor? Bir dilim salatalık alıp gıcırtı yapan yerlere sürtün (tabii sürtünme yapan yerlere, menteşenin dışına değil!!) gıcırtı gidecektir. 10. Kendinizi gergin, bitkin mi hissediyorsunuz (özellikle ders çalışan öğrenciler, yeni bebek sahibi olmuş anneler ve diğer herkes) ? Bir tas kaynar suyun içine bir bütün salatalığı ince dilimler halinde keserek koyun. Tası da bulunduğunuz odada uygun bir yere koyun. Salatalıkdaki kimyasallar ve diğer besinler kaynar suyun içine girince tepki gösterirler ve suyun buharı ile birlikte bulunduğunuz odaya yayılarak nefis bir aroma yayarlar. Bu aroma sizlerin tüm gerginliğini alarak sakin kişiliğinize dönmenizi sağlayacaktır. Özellikle öğrenciler bunu denemelidir. 11. Yemek yediniz (örneğin kebap) ve ağzınızdan kötü koku yayıyorsunuz. Bir salatlık dilimini alıp dilinizle damağınıza yerleştirin ve en az 30 saniye öyle tutun. Ağzınızda kötü kokulara neden olan bakterilerin fitokimyasallar sayesinde ölmesi nedeniyle bu sorundan kurtulmuş olacaksınız. (Soğan-sarmısak kokusu konusunda bir bilgi yok. Bunu da siz deneyin ve sonucu görün.) 12. Evyelerinizi, lavabolarınızı çevreye zarar vermeyecek bir şekilde temizlemek ister misiniz? Bir dilim salatalığı alıp temizlemek istediğiniz yeri ovun. Sadece yılların birikimi lekeleri kirleri temizlemekle kalmaz, ayrıca güzel bir parlaklık verir temizlediğiniz yere. Bunun yanında elleriniz de o temizlik malzemelerin verdiği zararlardan kurtulmuş olur. 13. Kalemle yazarken bir hata yaptınız ve hatayı silmek istiyorsunuz. Salatalık kabuğunu alıp yavaş ve nazikçe silmek istediğiniz yazıya sürtün. Boya kalemlerinde ve keçe kalem yazılarında da oldukça yararlı. (Bilirsiniz bazen çocuklarımız duvarlara yazılar yazar, resimler yaparlar. Onlarda da deneyebilirsiniz.)

1985 yılına kadar dünyaya gelmiş olan bilim insanı

1. 1985 yılına kadar dünyaya gelmiş olan bilim insanı sayısı, 1985-2000 yılları arasındaki bilim insanlarının sayısından az imiş..

2. Yine, insanlık tarihi boyunca, 1985 yılına kadar olan bilimsel bilgilerin toplamı, 1985-2000 yılları arasında elde edilen bilgiler kadarmış.. tahmine göre o yıldan itibaren, mevcut tüm bilgiler her 15 yılda bir ikiye katlanacakmış.. ancak bu tahmin geçtiğimiz süreçte tutmamış, zira şu an mevcut bilgiler, önce her 10 yılda bir, sonra her 5 yılda bir, bugün 2013 yılı itibarı ile de her 2 yılda bir ikiye katlanıyormuş..

3. Bu durumda yeni nesillerin işlerinin/yaşamlarının zorluğunu siz tahmin edin.. torunu olan dedelerimiz, neler yapıyorsunuz bu konuda?

4. Söylemeye gerek yok, bugün sosyal medya olarak adlandırdığımız, başta internet olmak üzere, facebook, twitter, whatsapp, skype, viber vb. bu konuda başat roller oynuyorlar..

5. Bu rakamsal değerlerle ifade edilmeye çalışılan olgular, doğal ve zorunlu sonuç olarak, düşünce sistemlerimiz ve davranış kalıplarımız üzerinde, bazılarının farkında olduğumuz, çoğunu ise bilinç altımızın derinliklerine ittiğimiz birçok değişikliği de beraberinde getirdi aslında..

6. Benim gibi, 50’li yıllarda doğanların çoğu, daha sonraki yıllarda doğanları da 10 yıllık süreçlere bölersek, yani 60’lı yıllarda doğanlar, 70’liler vd. giderek azalan gayretlerle, çağı, yani çocuklarının sahip oldukları teknolojik özellikleri ve birikimleri yakalamak peşindeyiz.. bir kısmımız çocuklarının “mail adreslerini” kullanmaya devam etse de, çoğunluk, özellikli cep telefonları, yetenekli bilgisayarlar, notebook’lar, tablet’ler vb. cihazları minimum düzeyde bile olsa kullanabilmek gayretinde.. aksi halde yaşamdan kopuyoruz çünkü..

7. Misal, benim üyesi olduğum ve her gün/her hafta/her ay düzenli olarak mail’lerini, haberlerini aldığım 10 a yakın haberleşme grubum var.. önemli gördüğüm bir yazıyı/haberi/görüntüyü birkaç saniye içinde 2000’e yakın kişiye aktarabiliyorum..

8. İnsanlık var olduğundan beri bilgi paylaşımı hiç bu kadar kolay, hızlı ve ucuz olmamıştı..

9. Buraya kadar özetlemeye çalıştığım olgulardaki olumsuz tek ortak nokta ise, yaş grupları arasında belirgin bir fark olmaksızın, tüm yaş grupları içinde, BİLGİYİ PAYLAŞMAKTAKİ sınırların tartışma konusu olması..

10. Birkaç gün önce beş ailenin bir araya geldiği güzel bir akşam yemeğinde konu yine bu noktaya geldi.. en kısa anlatımı ile bir arkadaşım bana; “abi bazı arkadaşlar senin gönderdiğin maillerden rahatsızlar..” dedi.. rahatsızlık yaratan iletiler, Datça’da her hafta yapmakta olduğumuz “Sessiz Çığlık” eylemleri ile ilgili yazılarmış.. 11. Geçmişte bu konu internet üzerinden üyesi olduğum bazı gruplarda da tartışma konusu olmuştu.. ben de her zaman aynı tezi savunmuştum.. okumak istemediğiniz bir yazıyı “sil” tuşuna basarak silebilecekken, bu konu neden bir tartışma konusu oluyor?

12. Zihnimi sonuna kadar zorladığımda ise aşağıdaki bir dizi sonuca ulaşmak mümkün olabiliyor.. elbette bunlara katılmayabilirsiniz.. saygıyla karşılarım.. · Egomuz bizim biricikliğimiz/benzersizliğimiz ve mükemmelliğimiz üzerine şekillenmiştir.. · Biz bir sosyal konuda bir karar verdiğimizde bu evrenseldir ve herkesin bu karara uymasını bekleriz.. · Yanlış bir şey yaptığımızda (yapmayız ya, kazara yaparsak!!) egomuzun görevi, bu yanlışı yok edebilecek düzenekleri ve savunmaları oluşturmaktır.. · Kısaca bizim dışımızda doğru yoktur.. bu olgu, tutucu, otoriter ve dinsel verilerin günlük yaşamı şekillendirdiği toplumlarda daha belirgin ve baskındır..

13. Hal böyle olunca, bir mail mi geldi, birisi bir yazı mı gönderdi, elimizdeki formata uymuyorsa, yani bizim mevcut zeminimizde bu konuda bir bilgi, veri, birikim yoksa bu yanlıştır.. “kim göndermiş bunu yaa? mecbur muyum okumaya kardeşim.. bu grupta bu tür yazılara ne gerek var, ikaz edin adamı..” tonundan başlayarak, sonu hakarete varan yazışmalara kadar uzayan bir kör dövüşü başlar..

14. Tali konu olarak şu da söylenebilir belki: şahsı tanıyorsak, düşüncelerini biliyorsak, düşünceleri bize ters geliyorsa, fırsat bu fırsattır diyerek bir linç kampanyası da yürütülebilir.. böylece şahıs devre dışı bırakılır..

15. Başka bir boyutta da şunlar oluyor: bir tartışma ortamı açıldığında, hemen; “arkadaşlar bu zor günlerde aramızda tartışmayalım, birlik olalım..” vb ikazlar başlıyor.. ya da konuya kızan bir arkadaş kendisini haberleşme grubundan çıkarıyor.. tartışmanın, düzeyli tartışmanın, fikir alış-verişinin bizi zenginleştirdiğini düşünüyorum.. birileri fikirlerimizi beğenmediğinde hemen alınmak yerine empati yapabilsek, insan egosu için çok zor ama; “ben nerede hata yaptım?” sorusunu kendimize sorabilsek.. ya da “acaba benim düşüncelerimin neresinde yanlışlık var?” diyebilsek keşke..

16. Belki son olarak şunu da söyleyebiliriz.. bazen başkalarının ağzından konuşmak konuyu üstlenmekten daha kolay ve zahmetsizdir.. bizim mesleğimizde klasik idi.. bazı komutanlarımız sıkıştıklarında; “valla bana kalsa sorun yok ama tugay komutanı (ya da tümen, kolordu, ordu vs) öyle istiyor..” diyerek kaba deyimle topu üst komutanlara atardı.. bu taktik her zaman daha rahatlatıcıdırJ 17. SONUÇ; isim vererek yazmakta bir sakınca görmüyorum.. · Balıkadam Ankara grubuna bu günden itibaren sosyal içerikli hiçbir yazı göndermeyeceğim.. · Balıkadam İstanbul grubuna çok önemli gördüğüm bilgileri ve kendi hazırladığım yazıları göndermeye devam edeceğim.. alınganlık değil kesinlikle, ama alınmış bir grup kararı varsa ve benim tavrım bu kuralı bozuyorsa moderatör arkadaşım beni gruptan çıkarsın, inanın hiç alınmam.. · Devre arkadaşlarımla her konuyu paylaşmaya devam edeceğim, · Sevgili Karadeniz grubu ile de aynı şekilde.. · En yakın arkadaşlarımdan oluşturduğum “Arkadaşlar” grubuna sorgusuz/sualsiz gönderiyorum.. · Fotoğraf gruplarına ve Ankara Vardiyasına gerektiğinde zaten bilgi aktarımında bulunuyorum.. · SONUCUN SONUCU: BAZI BİLGİLER HER ZAMAN RAHATSIZ EDİCİDİR. İNSAN BİR GRUP İÇİNDE GRUP KURALLARINA UYARAK YAŞAMAKTAN MUTLUDUR. AYKIRILIKLAR CAN SIKAR!! Hepinize güzel bir hafta diliyorum.. saglikla, sevgiyle kalin, nazmi alacadagli

Ben bir kadınım

Ben bir kadınım; doğduğumda aileme çocuk sahibi olmanın mutluluğunu yaşatmak dışında soy devam ettirebilme yeteneği taşımadığımdan çoğu zaman evlattan sayılmayan... Ben bir kadınım; okulda ağabeylerime kaç kardeşsiniz sorusu sorulduğunda 'iki kardeşiz bir de kız var' yanıtı verdiren. Ben bir kadınım; ilk oyuncağı bebek olan; çünkü büyüdüğünde en önemli işi çocuk doğurup bakmak olacak olan... Ben bir kadınım; biraz haylaz ve hırçınsam 'erkek Fatma' diye anılan... Ben bir kadınım; uslu ol, hanım hanımcık dur, fingirdeme sözlerini pek küçücükken duymaya başlayan... Ben bir kadınım; ev içi işleri yapmayı öğrenerek geçirdiğim çocukluğum yüzünden aslında gelişebilecek bir çok yeteneğimi açığa çıkarma fırsatı bulamayan... Ben bir kadınım; okumasına ne gerek var, zaten evlenecek o denilen. Ne kadar okuyacağına bile evin erkeği tarafından karar verilen... Ben bir kadınım; törelerin zincirinden kendini kurtaramayan... töre cinayetlerine kurban giden... İşlenen cinayette hem kurban hem de suçlu olan... Ben bir kadınım; sokakta saldırıya uğrasam o saatte orada ne işi vardı denilen... Ben bir kadınım; aynı emeği harcadığım bir erkekten çok daha az kazanan... ev içinde harcadığım emek ise hiçe sayılan... Ben bir kadınım; her başarılı erkeğin arkasında duran.. bir türlü kendi başarılarıyla anılamayan... O başarılı erkek için hiç durmadan çalışan... Ben bir kadınım; bana dayatılan güzellik anlayışları içinde çırpınan... bu çırpınış sırasında bir anda metalaştırılan. Ben bir kadınım; başarmaya başladığım her işin arkasında garip yatak odası hikayeleriyle anılan... Ben bir kadınım; doğduğunda babasına, evlendiğinde kocasına ait olan... Ben bir kadınım; oynak kalçalarımla anılan ve dünyanın en büyük şairlerinden biri için bile 'bizim' kadınlarımız olan. Ben bir kadınım; başarılı erkek nesline ilk günahını işleten...

Temel İstanbul boğazında

Temel İstanbul boğazında tekneyle turist gezdiriyormuş. Bir gün bir Amerikalıyı almış, başlamışlar tura. Adam bir saray görüp sormus: - Bu ne kadar zamanda yapıldı? Temel: - 10 yılda demiş. Adam: - Yazık, bizde olsa 5 yılda biterdi. Derken bir cami görüp sormus: - Bu ne kadar zamanda yapıldı? Temel: - 5 yılda demiş. Adam tekrar: - Yazık, bizde olsa 2 yılda biterdi demiş. Temel sinirlenmeye başlamış. Bir tarihi yapı daha görmüşler, turist tekrar sormus, Temel: - 2 yılda demiş. Adam: - Vah vah! bizde olsa 1 yılda biterdi demiş. Derken tam o sırada Boğaz Köprüsü`nün altına gelmişler. Amerikalı köprüyü göstererek tekrar sormus: - Peki bu ne kadar zamanda yapıldı?. İyice sinirlenen Temel cevabı yapıştırmış: - Hangisi? Bu mu? Bilmem, vallaha dün burada yoktu!!!...

BRAD PİTT’İN KARISI HAKKINDAKİ KONUŞMASI

Karım hasta. Kişisel yaşamı, işi, kendi hataları ve çocukların sorunlarından dolayı sürekli gergindi. Karım 14 kilo verip, 40 kiloya kadar düştü. Çok sıskaydı ve sürekli ağlıyordu. Karım mutlu bir kadın değildi. Devamlı başı ağrıyordu, kalp ağrısı vardı ve kaburga arkasında sinirleri sıkışıyordu. Sağlıklı bir uyku düzeni yoktu, sadece sabahları ve çok yorgun olduğu zamanlarda hemen uykuya dalıyordu. Bizim ilişkimiz bitmek üzereydi, ayrılma eşiğine gelmiştik. Karım kendi güzelliğini bırakmıştı, gözlerinin altına torbalar vardı, yüzüyle alay ediyordu ve kendine bakmayı bıraktı. Kendisine gelen tüm filmleri ve rolleri reddetti. Artık ben de umudumu kaybetmiştim, yakında boşanacağımızı düşündüm… Ama sonra bir şeyler yapma kararı aldım, sonuçta dünyanın en güzel kadınıyla evliydim. Dünyanın erkek ve kadınların yarısından çoğunun idolüydü ve sonra onun yanında uykuya dalmaya, ona sarılmaya başladım. Çiçeklerle beraber duş almaya, onu öpmeye, övgüler söylemeye başladım. Onu her dakika memnun görüyordum ve çok şaşırdım, ona hediyeler alıyordum. Sadece onun için yaşamaya başladım. Onun hakkında basınla sadece ben konuştum. Bütün olayları onun yönetimi altına aldım, onun ve ortak arkadaşlarımızın yanında onu övdüm, inanmayacaksınız ama yüzünde çiçekler açtı, daha iyi hissetti. Kilo almaya başladı, sinirlenmiyordu ve beni hiç olmadığı kadar çok seviyordu hem de beni bu kadar sevebileceğine dair hiçbir ipucu yokken. Ve sonra bir şey fark ettim: Kadın, erkeğinin yansımasıdır. Eğer erkek kadını deliler gibi seviyorsa, kadın gelecektir.

DİABETİ (ŞEKERİ) DÜŞÜRME YOLU !...

"Şeker Hastaları"nın dikkatine; şimdi vereceğim bu bilgiler Hollanda'dan gelen bir tavsiye. Öncelikle zararlı bir yöntem değil o yüzden denemekte fayda var çünkü * Dilimler halinde doğradığınız Bamya'yı bir bardak su içine koyun. Sonra bardağın ağzını kapatın ve oda sıcaklığında gece boyunca bekletin. Daha sonra kahvaltıdan önce (Aç karnına) dilimlenmiş Bamya'ları çıkararak suyu için. İki hafta boyunca tekrarlayacağınız bu işlem sonucu şeker seviyesinin düştüğünü göreceksiniz !... Zararsız bir yöntem olduğu için şifa niyetine olsun temennisinde bulunurken, belki sizinde bir hastaya faydanız olur düşüncesiyle...

Baba, işten yorgun argın eve geç gelmişt

Baba, işten yorgun argın eve geç gelmişti.. Çocuk: Baba, bir şey sorabilir miyim? Baba: Evet.. Çocuk: Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun? Baba: Bu senin işin değil.. Çocuk: Babacığım lütfen, bilmek istiyorum.. Baba: İlle de bilmek istiyorsan 20 milyon.. Çocuk: Peki bana 10 milyon borç verir misin? Baba: Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat.. Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı. Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder." diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"... Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı... Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi... "Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi... Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler babacığım"... Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı. Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok" diye kızdı... Çocuk "Param vardı ama yeterince yoktu" dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; "İşte 20 milyon...''Senin bir saatini alabilir miyim? Yarın 1 saat erken gelebilir misin? Seninle akşam yemeğini beraber yemek istiyorum.'' dedi... Bazı şeyler çok değerlidir....

BÖBREK TAŞI OLANLAR DİKKAT

Arkadaşlar, Eşkina balığının gafası içersindeki kürecikte iki adet elmas şekline benzer şekilde taş ( kemik ) bulunur bu taşlar böbrek taşlarını kesinlikle düşürüyor, herhangi bir cerrahi müdahale vb. tedavilere gerk kalmadan. pek fazla insan bilimyor bunu, geçende arkadaşlarla konuşurken konusu geçince sizlerle paylaşmak istedim belki cevrenizde hasta olan varsa faydası olur. Benim bildiğim uygulama bir çay bardağına geceden 1 tane taş atıyorsun ve üzerine 1 limon sıkıyorsun, sabaha kadar bu taş limon suyunda eriyor, aç karnına bunu içip 1 saat 1 şey yemiyorsun. 1 ay içinde böbreklerde hiç bir şey kalmıyor. Arkadaşım babannesi için şöyle uygulamış ; bir kavonoza 8 adet taş atıp 8 limon sıkmışlar ve üzerine 100 gr. toz çemen ( toz çemenin ne olduğunu ben bilmiyorum aktarlarda satılıyormuş) buz dolabına koyup taşlar eriyene kadar arada kavonozu çalkalamışlar, taşlar eridikten sonra günde 1 yudum içilmiş ve doktorların operasyondan başka çare yok dediği taşlar 6. gün dökülmüş. sadece taşlardan boşalan alanda iltihap oluşma riskine karşı iltihap kurutucu ilaç tedavisi görmüş. Sizlere yazmadan önce google da şöyle bir bakındım benzer yöntemler anlatılıyor ve taşlar harici olarak farklı fiyatlardan satılıyor, ilgilenen arkadaşlar biraz araştırıp daha geniş bilgiye ulaşabilir. Umarım birilerine yardımı dokunur... Esen kalın.

Limonlu su içmek için 8 neden

Limonlu su içmek için 8 neden Her gün mutlaka bir bardak limonlu suyunuzu için. 1. Cildinizi temizler Su içmek kendi başına vücudunuzu toksinlerden arındırır ama içine C vitamini eklendiğinde kanınızdaki toksinleri de temizlenir ve cildiniz kızarıklıklardan ve ince çizgilerden kurtulur. 2. Ph seviyenizi düzenler Ph seviyenizi düzenlemek sizi pek çok hastalığa karşı korur. 3. İmmün sisteminizi güçlendirir Limonun içindeki potasyum kan basıncını düzenler, beyni uyarır ve soğuk algınlığı ile savaşır. 4. Kilo vermenizi sağlar Limonlu su içmek yemek aşermenizin önüne geçer, metabolizmanızı güçlendirir ve şişkinliğinizi atmanızı sağlar. 5. Akşamdan kalmalığınızı yok eder Limonlu su midenizi sakinleştirir ve antiseptik işlevi görerek detoks yapmanızı sağlar. 6. Nefesi tazeler Limonlu su, sigara, baharatlı yemek ya da alkolden dolayı kötü kokan nefesinizi tazeler. 7. Beynin ve sinir sistemininin daha hızlı çalışmasını sağlar İçeriğindeki potasyum sayesinde depresyonunuzdan kurtulmanızı, unutkanlığınızı atmanızı ve beyin sisinin ortadan kalkmasını sağlar. 8. Solunum problemlerinize yardımcı olur Eğer solunum yollarınızda probleminiz varsa, limonlu su sizin için ideal içecektir! Limon, antibakteriyel özelliği sayesinde göğüs enfeksiyonlarınızdan kurtulmanızı ve öksürüklerinizin rahatlamasını sağlar.

KOLESTEROL DÜŞÜRÜCÜ ÇORBA

HEMEN, ŞİMDİ, BURADA Öncelikle belirtelim: Bu kür ne tansiyon problemini ne de kolesterol sorununu tedavi eden bir ilaç yerine geçmez. İster beslenme ister genetik nedenlerle olsun yüksek kolesterol sorunu olanların öncelikle uzman bir hekime danışmaları ve verilen tedavi içeriğine uymaları önerilir. Bu kür tamamen tedavileri destekleyici beslenme şekli için faydalı bir örnektir. YEŞİL MERCİMEK Hem kolestrol düşürücü hem de hem tansiyon dengeleyici içerik maddelerine (esculin ve cholin) sahip. Mercimek, aynı zamanda mükemmel bir protein deposu olarak etin yerini en iyi dolduran bakliyatlardan biri. Tercihen Yağsız veya çok az sıvı yağlı yeşil mercimek çorbası, en az enginar kadar kolesterolü düşürücü özelliğe sahiptir. İŞTE YEŞİL MERCİMEK ÇORBASI KÜRÜ Malzemeler · 1 su bardağı yeşil mercimek · 1 adet orta boy kuru soğan · 1 diş sarımsak · 1 tatlı kaşığı sızma zeytinyağı · 2 domates veya 1 çorba kaşığı katkısız ev yapımı domates salçası · 1 çay kaşığı Himalaya tuzu · 1 çay kaşığı kuru nane · 1 çay kaşığı isot ve karabiber (tercihe bağlı) · 8 su bardağı kaynar içme suyu (1,5 lt) Hazırlanışı: · Yağda ince kıyılmış soğan ve sarımsağı hafifçe pişirdikten sonra domatesi ekleyip 1-2 dakika daha pişirin. · Yeşil mercimeği ve tuzu ve baharatları ekleyip 1-2 dakika iyice karıştırın. · Kaynamış suyu ilave edin ve yavaş yavaş kaynamaya bırakın. NE SIKLIKTA İÇMELİYİM? Haftada iki-üç defa içebilirsiniz. Yağsız yeşil mercimek çorbası hem kolesterolün kontrol altına alınmasına hem de tansiyonun dengelenmesine yardımcı olabilir.

Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyesi

Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış. “Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana” demiş oğluna. Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş… Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına. Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu. Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: “Ne görüyorsun?” Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış. “Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış. Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış. Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.. ” Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: “Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler. Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar. Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler. Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu. “Asıl ders bu değil!” dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi. “Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak… İkisinde de bir tat yok ” Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı. “İçmek istersin herhalde” dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü. “Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi… Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar.”

Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu

Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu.... Soygunculardan biri bankadakilere bağırır: “Kımıldamayın. Para devletindir, ama hayatınız sizindir.” Herkes sessizce yatar… Bunun adı “Zihin Değiştirme Kavramı”dır. Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek… Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada... Soyguncu bağırır: “Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme değil!” Bunun adı “Profesyonellik”tir. İşin neyse onun üzerinde yoğunlaş! Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar. Daha genç olanı (MBA derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra terk): “Abi, hadi şu paraları sayalım,” der. Daha yaşlı olanı der ki: “Çok aptalsın be. Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz.” Buna “Deneyim” derler! Günümüzde deneyim kağıt diplomalardan çok daha önemlidir. Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra Şube Müdürü, Şube Şefine hemen polisi aramasını söylemiş. Şef demiş ki: “Durun hele Müdürüm. Alacaklarını aldılar. Biz de bir 10 milyon daha alıp daha önce iç ettiğimiz 70 milyon dolara ekleyelim, ne dersiniz?” Buna “Dalgayı yakalamak” derler. Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu! Müdür der ki: “Yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!” Buna “Sıkıntılardan kurtulmak” derler. Kişisel mutluluk işinden çok daha önemlidir. Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklamış! Çaldıkları paranın çok daha az olduğu bilen soyguncular oturup saymışlar parayı… Tekrar tekrar saymışlar. Bakmışlar hepsi topu topu 20 milyon! Çok kızmışlar bu işe: “Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. Banka Müdürü bir el hareketiyle 80 milyon götürdü. Galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!” Bu “Bilgi altından daha değerlidir” demektir… Banka Müdürü çok mutludur. Özellikle bir süre önce borsada kaybettiklerini geri alabildiği için. Buna “Fırsatları kullanmak” derler. Kazanmak için risk almak gerekir. PEKİ, GERÇEK SOYGUNCULAR KİMLER ŞİMDİ?

80'li yıllarda biz öğrenciydik

80'li yıllarda biz öğrenciydik ve nasıldık bir bakın: Saçlara jöle, tırnaklara oje, sürülemez, spor ayakkabıyla okula girilemezdi. Erkekler kravat, kızlar fiyonk takmadan, yaka ve tırnak kontrolü yapılmadan derse girilemezdi. Sabahları bahçede sıra olunur, pazartesi sabah Cuma öğleden sonra müdür konuşma yapar, özel günlerden biriyse saygı duruşu yapılır ve gerçekten saygıyla durulur, İstiklal Marşı okunurken dik durulur, konuşulmaz, saygı duyulurdu. Öğretmenlerle dalga geçilemez, veli toplantıları aileye korkarak bildirilir, okulda "konuştuğun" (sevgilin) varsa sadece bahçede yan yana yürünürdü. Forma ile okula gidilir, eve gelene kadar forma çıkarılmazdı. Gömlekler pantolonların - eteklerin, içine sokulur, okul renkleri dışında bir renk giymek yürek isterdi. Küpe, kolye, yüzük, bilezik hafta sonları takılır, saçlar erkeklerde tıraşsız, kızlarda 3 boğum örgüsüz ise disipline gidilirdi. Cep telefonu yoktu, internet de yoktu ama yine de öğrenciler birbirleri ile haberleşirdi. Biyoloji dersinde üreme konusu anlatılırken utanılır, aruz ölçüsü ezberlerken delirilir, milli güvenlik hocaları askeri disipline sokmaya çalışırdı. Okul kitapları üzerinde sevilen sanatçı resimlerini olduğu klasörlerde taşınır, ders yılı başında mutlaka kap kâğıdıyla kaplanır, etiketler yapıştırılır, etikete adı-soyadı- sınıfı- hangi dersin kitabı olduğu yazılır, o derse ait defterler de kolaylık olsun diye aynı desen kap kâğıdıyla kaplanır, ders sırasında yanında kitabı olmayan azarlanırdı. Sınıflar kalabalık olsa da çıt çıkmadan ders dinlenir, boş derslerde sınıftan çıkılmaz, ders saatlerinde okul sınırlarını ihlal etmek isteyenlere acınmazdı. Ödevler mutlaka yapılır, dönem ödevleri için kütüphaneler, meydanloueres, ana ya da temel britanikalar taranır, ödevler elle ve mutlaka dolmakalemle yazılırdı. Yat denince yatılır, sabah okula servis yerine otobüsle gidilir, bazen çanta yoklaması yapılır, okula yasak bir şey getirilemezdi.-okulun herhangi bir yerinde sakız çiğnenemez, derslerde bir şey yenemez, su içmeye gitmek için izin istenirdi. Birine uyuz olduysak öğretmene şikâyet eder, asla kendimiz sopayla, bıçakla girişmez, çeteleşmez, okul dışında bile kavga etmezdik. Bilirdik ki kavga edersek evde ya da okulda bi posta daha dayak var. Kızlarla erkekler birbirine mesafeli durur, el şakası yapmaz, küfürlü konuşmaz, efendilik bozulmazdı. Yerli malı haftası sınıf pikniğine döner, her tür yiyecek bulunur ve biz bu yemekleri paylaşırdık. Kitap okurduk örneğin, ödev bile olsa okurduk. Değiştirip kitapları öyle okur, kütüphaneden kimlik çıkartır kütüphanede okurduk. Biz öğrenci gibi öğrenciydik. Saygılıydık, tertipliydik, edepliydik... Biz çok güzel öğrencilerdik. Çok zor da olsa o dönemlerde hayat, şimdikiler gibi kayıp kuşak değildik. Hayatın bir anlamı vardı ve biz bunu bilmesek bile hissederdik...

BEYNİMİZİ ÇALIŞTIRALIM

BEYNİMİZİ ÇALIŞTIRALIM... BEYNİNİ DEĞİŞTİR YAŞAMIN DEĞİŞSİN... Beyin jimnastiği testini yedi gün boyunca deneyin ve bu kısa süre içerisinde ne kadar yol aldığınızı görün. 1. Vücudunuzu değişik yeni yöntemler ile sınayın. Normalde hangi elinizi kullanıyorsanız bir günlüğüne saçınızı taramak, dişlerinizi fırçalamak, çayınızı karıştırmak gibi basit işlemlerde elinizi değiştirin. Gözünüzü kapatın ve eşyaları hissederek odanızın içinde dolasın. Sesleri dinleyin, çevredeki kokuları duymaya çalısın. Yere düsen eşyaları ayağınız ile almaya çalısın, kapıyı, buzdolabını ayağınız ile kapatın. Okuduğunuz kitaptan bir sayfayı yan tutarak, bir sayfayı da ters tutarak okumaya çalısın. 2. Normalde sorgulayıp, eleştireceğiniz bir kişi hakkında onu onurlandıracak bir iltifat bulmaya çalısın. Kişi hakkındaki yargınızı sorgulayıp, kendinizi onun yerine koyup durumu tekrar gözden geçirin. 3. Buzdolabınızı açıp, birkaç saniye içindekileri gözden geçirin. Kapatıp içinizden tekrarlayın. Ayni şeyi bir oda içindeki eşyalarda, bir mağaza vitrinindeki kostümlerde, duvarda asili detaylı bir resimde deneyin. Adetleri, büyüklükleri, renkleri hatırlamaya çalısın. 4. Her gün beş dakika kendinizi başka bir insan yerine koyun. Sizin su anda olduğunuz durumda o kişinin neler hissedebileceğini, neler düşünebileceğini hayal edin. 5. Kendinizi moralsiz veya keyifsiz hissettiğinizde, hayatta en çok istediğiniz şeyin ne olduğunu hatırlayıp, başarılı olmanız için ne yapmanız gerektiğini tekrarlayın. Ne zaman negatif bir düşünceye kapılırsanız, kafanızda yarattığımız bu küçük pozitif filmi tekrarlayın. 6. Gün içerisinde her saat başı, birkaç saniye için önceki saat içerisinde ne olduğunu düşünün. Günün sonunda, tüm günün bir değerlendirmesini yapın. Hatırlayamadığınız küçük parçalar sizin gün içerisindeki çok fazla bilinçli olmadığınız dakikaları gösterir. 7. Günlük hayatınıza adaptasyon ve esneklik kazandırmak için her gün farklı bir şey yapın. Alışverişinizi değişik dükkândan yapın. Eve geliş yolunuzu değiştirin. Evde ekmek veya kek pişirin. Farklı bir spor yapın. Kendinizi yeni bir komsuya tanıtın. Her gün ayni şeylerin yapılması beynin hep ayni bölümlerinin kullanılmasına, diğer bölümlerin körelmesine yol açar. Unutmayın çeşitli, farklı uyarımlar, beyin kapasitesinin kullanımı için en önemli anahtardır. Ayni zamanda sizi yoran, sizi zorlayan, rahatsız eden alışkanlıklarınızı bırakmanızı da kolaylaştırır.

SİVAS KONGRESİ ( 4-11 Eylül )

Alınan Kararlar: 1- Millî sınırlar içinde bulunan vatan bir bütündür; birbirinden ayrılamaz. 2- Kuva-yı milliyeyi yetkili ve milli iradeyi hâkim kılmak esastır. 3- Osmanlı ülkesinin herhangi bir kısmına yapılacak müdahale, işgal ve Ermenilik, Rumluk teşkili gayesine yönelik hareketlere toptan karşı konacaktır. 4- Azınlıkların her türlü güvenliği sağlandığından siyasi egemenlik ve toplum dengesini bozacak ayrıcalıklar verilemez. 5- İstanbul Hükümeti, bir dış baskı karşısında topraklarının herhangi bir parçasını bırakmak zorunda kalırsa, buna karşı bütün tedbirler alınır ve kararlar verilebilir. 6- Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte sınırlarımız içinde bulunan, halkı Müslüman olan topraklar üzerindeki tarihi, ırki, dini ve coğrafi haklarımıza saygı gösterilmesini ve bunlara aykırı girişimlerin geçersiz hale getirilmesini bekleriz 7- Devletin bağımsızlık ve bütünlüğü saklı kalmak şartıyla topraklarımızı ele geçirmek isteği olmayan herhangi bir devletin ekonomik, teknik ve sınaî yardımlarını memnuniyetle karşılarız 8- Millî iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisi'nin derhal toplanması mecburidir. 9- Millî vicdandan doğan cemiyetler birleşmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını almıştır. Bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından, şahsi ihtiraslardan uzaktır. Bütün Müslüman vatandaşlar bu cemiyetin tabii üyesidirler 10-Umumi Kongre tarafından kutsal gayelere erişmek, bunları takip etmek için bir Temsil Heyeti seçilmiştir. (Temsil Heyetinin üye sayısı 15'e çıkarılmıştır.) Sivas Kongresinin Önemi ve Özellikleri: 1-Sivas kongresi hem toplanış şekli hem de aldığı kararlar bakımından milli bir kongredir. 2- Milli Mücadele Sivas Kongresi ile bir lidere kavuştu ( Mustafa Kemal ) 3- Türk Milleti adına söz söyleyecek bir temsil Heyeti Oluşturuldu. (Temsil heyeti Yurdun bütününü temsil eder ) 4- Bütün milli cemiyetler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirilerek ulusal örgütlenme tüm vatana yayılarak ulusal güçler tek elde toplanmıştır. 5- Anadolu'da gücünü halktan alan yeni bir siyasi otorite ortaya çıkmıştır. ( Temsil Heyeti ) 6- İlk kez yürütme yetkisi kullanılmıştır. ( Ali Fuat Paşa batı Cephesi Kuva-yi Milliye komutanlığına atanmıştır ) 7- Manda ve Himaye kesinlikle reddedilmiştir. ( Tam bağımsızlık anlayışına ters düşer ) 8 Sivas Kongresinde Erzurum Kongresinde alınan kararlar aynen kabul edildi. Sivas Kongresi, Millî Mücadele Hareketi’nin en önemli aşamalarından birisidir. İstanbul Hükümeti bütün Anadolu’nun Kuva-yı Milliye Hareketi karşısında merkezi yönetim eksenli olmak üzere birleşmesi için çeşitli tedbirler almıştır. Bu tedbirlerden birisi belki de en önemlisi Ali Galip Beyin Elazığ’a vali tayin edilmesidir. Ali Galip Beyin çalışmaları ve Sivas Kongresi’ni basma teşebbüsü önceden haber alınarak Mustafa Kemal Paşa tarafından neticesiz bırakılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele’yi boğmak isteyen bu çabayı bütün belgeleriyle Anadolu’daki Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerine açıklamış ve İstanbul Hükümeti’nin gerçek yüzünü onlara anlatmaya çalışmıştır. Bunun üzerine Anadolu’nun her yerinden İstanbul’a Damad Ferid Hükümeti’ni protesto eden telgraflar çekilmiş ve bu baskı sonunda Damad Ferid Hükümeti istifa etmiştir. Bu çalışmada Anadolu’dan İstanbul’a çekilen, Damad Ferid Hükümeti’nin istifasını isteyen telgraflar ele alınarak işlenmiştir.

1957 yılında İstanbul

1957 yılında İstanbul Tip Fakültesi`den mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD`ye gitmiştim. Görev yaptığım hastane de başımdan geçen ilginç bir hadiseyi şöyledir: Amerika`ya gittiğim ilk yıllar... New York`da Medikal Center Hospital`da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi isler... Yeni gelmiş doktorlar hemen doğrudan hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında 'kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?'dedim. Adamcağız kanserdi ve ayni zamanda kansızdı. Kolunu açtım, Baktım pazusunda Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim: 'Siz Türk müsünüz?' Kaslarını yukarıya kaldırarak 'hayır' manasına bir işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum. 'Peki, bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?' 'Aldırma öylesine bir şey işte.' dedi. Ben yine ısrarla: 'Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...' dedim.. Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu: 'Siz Türk musunuz?' -Evet Türk`üm. İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı. Anlatmaya başladı: 'Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye`de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarindandim. İngilizler bizi toplayıp dediler ki: 'Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup üzerlerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.' Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katildik. Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı Topladığı askerlerin tamamını Çanakkale`ye sevk ediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır`a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale`ye getirdiler. Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düsen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatinin baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki, onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk baslarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil yüreklerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş . Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi yine püskürtüyorlar Tekrar taarruz ediyoruz... Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerinden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şok oldum doğrusu. Dedim ki kendi kendime: 'Bu adamlar isteseler beni su anda öldürürler ama öldürmüyorlar, Beni doyuruyorlar. Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Hâlbuki beni cephenin gerisine götürdüler.' Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla`Yazıklar olsun bana` dedim. Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış` diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.' Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: 'Talihin cilvesine bakin ki o zaman ölmek üzereyken yaralarımı iyileştirerek sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türklerdi. Simdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya`dan Amerika`ya gelirken bir Türk ile böyle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum.' Bu sözlerin ardından nemli gözlerle 'Bana adinizi söyler misiniz?'dedi. 'Ömer' cevabini verdim. Merakla tekrar sordu: 'Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?' -Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adini vermiş. -Senin adın Müslüman adı mı? Ben, 'Evet, Müslüman adı.' deyince yüzüme baktı, doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yârdim ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: 'Senin adin güzelmis. Benim adim şimdiye kadar Josef Miller` şimdiden sonra 'Anzaklı Ömer' olsun.' 'Olsun' dedim. -Peki, hekim beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu? Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya Karar vermişti? Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş 'Tabii' dedim. 'Müslüman olmak çok kolay.' Sonra kendisine imanın ve İslam`in şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i Şahadet getiriyor, hem de ağlıyordu. Mırıldandı: 'Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden teşbih çekerek Tanrı`yi ansam olur mu?' Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Tanrı`yi zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Sonrasında bir tespih bularak kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti: 'Beni yalnız bırakma olur mu?' -Ne gibi Ömer amca? -Ara sıra gel de bana İslam`i anlat! Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor. O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum: 'Doktor Ömer, lütfen, 217 numaralı odaya gelin!' Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanıyla koskoca Anzakli Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şahadet söylettim, o şekilde kucağımda ruhunu teslim etti... Ne yalan söyleyeyim ağladım, ağladım, ağladım... Bu yaşanmış öyküyü aktaran, Sayın Dr. Ömer Musolu 85 yaşındadır ve halen İstanbul Moda'da oturmaktadır

Sisli Puslu Bakışlarınla



Sisli puslu bakışlarınla,
Yalnızlıktan kıvranıyorsun.
Derdini anlatacağın dostun,
Kafanı yaslayacağın,sevgilin,
Kutup yıldızları gibi bakıyor.
Tenhaların buluştuğu yerde,şarkı.
Kalabalığın,neşenin,mutluluğun ,
Bulunduğu yerde ,Türkü,
Sevginin buluştuğu yerde,şiirsin artık.
Göresim geldi,
Sevesim,öpesim,
Al yanaklarından,
Nasıl bir hasret canım.
Edebiyat, edepten gelir,
Edebiyatımsın.
Ebediyetimsin.

Cemal Borandağ
19 Nisan 2018 Tuzla-İstanbul.
Dünya Sevgiyle Dönüyor.

17 Nisan 2018 Salı

BRİÇ ANAYASASI

1. Zayıf açış yapan, ortağı sormadıkça bir daha konuşmaz.
2. Zayıf açış yapanda dörtlü majör olamaz.
3. Koz fitini belli etmeden tuzak pası geçilmez.
4. Sekiz koz ile, on ellik baraj yapılmaz. Koz sayısı baraj seviyesinin bir altı olmalıdır. Dört seviyesindeki barajlar için 9 koz gerekir.
5. Koz fiti varken iki renkte elde 10 kart varsa, zona istekli olunmalıdır.
6. 4-4 en iyi fittir. 5-3 yan renge kayıp kaçılır.
7. Şlem için cesur, grandşlem için korkak olunur. Kozun ARD’ı, tüm aslar ve yan renk kapalı olmadan grandşlem oynanmaz.
8. Araya girişlerde sanzatu diyecek el kontr atmaz.
9. Rakibin konuşmadığı renkten korkup sanzatudan vazgeçilmez. (ya çıkmazlar, ya ortak kesiyordur, ya da çıkıp devam etmezler)
10. Ortak keser sorarsa yarım keserle kabul et. (tam keser:Rx, Dxx, V10XX; yarım keser:R, DX,V10X

Tezcan Şen, Dünya ikili IMP Şampiyonu, Verona, 2006

Hazırlayan: TEZCAN ŞEN

Sevgiyle Döner Dünya



Aşkta çocukluk değil mi?
Çocukluk aşkımı arıyor,istiyorum.
Ne temiz duygular.
Çıkarsız,tutarsız,şuursuz.
Sevgi gibi bir şey.
Anne sevgisi mi?
Baba sevgisi mi?
Kardeş sevgisi mi?
İnsan sevgisi mi?
Türkümü,şarkı mı,şiir mi?
Duyumsanan.
Nedense,
Herkes ilk sevgilisini hatırlar.
Oda çocukluk sevgisi,aşkı mı?
Sanki arar durur.
Saklambaç,körebe,ebelik oynar,
Masallarla büyüdük.
Keloğlan olur peri kızına,padişah kızına aşık olurduk.
Saklambaç oynarken,gizli gizli,
Masum öpücükler,şaşırırdık,küçük çapkın
Sanki gün gibi hatırlıyorum,bal öpücüklermiş onlar

Büyük büyük adamlar olduk.
Konken,satranç, briç oynarız.
Hayatta bir oyun değil mi?
Maskeli balodaymışız gibi,pandomim yalan dünya.
Herkes güler,herkes oynar,herkes şaşırır.
En iyisi,ırmağın üzerinde ,
Taş sektirmek.,değil mi?
Ah ah o aşk yaraları yok mu?
Ne güzel yaralardır o yaralar.
Bin bir çiçek açar,bin bir gülücükler.
Yaşamın anlamı oluyor.
Babamın sesini duyar gibi oluyorum.!
Aşkta çocukluktan başka bir şey değil.
Ama ne güzel çocukluk
Romantik düşler,melankolik haller,vurdum duymazlık.
Aşk sarhoşluğu.
Sevgiyle dönüyor dünya.

Cemal Borandağ
10 Nisan 2018 Tuzla-İstanbul
Sevgi dünyanın ikinci güneşidir.

Sevdim



Rakı,dünyanın en kaprisli içkisidir.
Hazırlık ister,nizam ister.
Her kafayla içilmez,dost ister.
Hasret ister,huzur ister,sağlık ister.
İllede güzel ister,aşk ister.
Rakı içen kadın güzel kadındır.
Yaşama sevincini,neşeyi arttırır.
Direnç kazandırır.
Hayatın zorluklarına karşı.
Bol bol kahkaha arttırır.
Rakı gerçekleri söyletir.Çocuklar,deliler gibi.
Türkü,şarkı,Şiir okumaya başlarsın
Öğlen rakılarıyla.
Hayata karşı duruşunu,
Raksını,
Rüzgarda savrulan saçlarını,
Nezaketini,samimiyetini,doğallığını,
Sevecenliğini,gülüşünü,
İllede sevdalı sevdalı,
Bakışını sevdim.

Cemal Borandağ
01 Nisan 2018 Tuzla-İstanbul
Aşk sarhoşluğu kadar güzel bir sarhoşluk yok.

2 Nisan 2018 Pazartesi

Adem ile Havva hangi milletten?

Adem ile Havva hangi milletten? Bir Fransız, bir Alman ve bir Türk müzede ‘Adem ve Havva Cennet Bahçesinde’ tablosuna bakıyorlarmış. Alman: “Bedenlerinin kusursuzluğuna bakar mısınız? Adem ile Havva mutlaka Alman olmalı” demiş. Fransız, Alman’a karşı çıkmış: “Havva ne kadar güzel, Adem ne kadar yakışıklı. Bu denli çekici olduklarına göre, hiç kuşkusuz Fransız olmalılar.” Türk, tabloyu uzun uzun izledikten sonra kararını vermiş: “Bunlar kesin Türk’tür. Üstte yok, başta yok, elmadan başka yiyecek yok, ama hâlâ kendilerini CENNETTE sanıyorlar.”

Eşle İçilen Kahve

EŞLE; içilen kahve : HUZUR'dur..! Köpüklere GÜVEN karışır, dudağının kenarına hafif bir TEBESSÜM kondurur..! ANNEYLE içilen; hadi bir sohbet ederken kahve içelim : GÜÇ'tür..! Köpüğünde ANNE ŞEFKATİ vardır, TELVESİNDE hayatın yorgunluğu..! BABA ile içilen kahve : SEVGİ dir..! Az şekerli, HEP BENİMLE OL'dur telvesi..! BEKLEMEDİĞİN bir anda gelen kahve : BAŞKA'dır..! Isıtıverir içini..! YORGUNKEN içilen kahve : HAFİFLETİR, yorgunluğunu alır..! DOSTLARLA içilen kahve : NEŞE'dir..! Kahkahalar KÖPÜKLER üzerinde yüzer..! TEK BAŞINA balkonda içilen kahve : YANLIZLIK'tır; ACIDIR TADI. Köpüğüde, telveside GÖZYAŞI kokar..! O yüzden; yalnız içmeye GÖNLÜM elvermedi..! İstedim ki : KAHKAHALARIMIZ; birlikte köpükler üzerinde yüzsün..! AFİYET OLSUN

İnsanlara doğru değer ver

-Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanabilecek hiçbir koz verme. -İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil. -Kimseye yalvarma. -Asla dönüp arkana bakma. -Sır tutmasını bil. -Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı. Sevgilin için do stlarını, dostların için sevgilini satma. -Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut. -Bir ilişkiyi kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla gözyaşı için asla yumuşama. -Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et. -Seni dinleyip anlamaya niyetli olmayanlarla tartışma. -Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme. -Eğer verdiğin o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme. -Kendini öven insanlardan kaç. -Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma. -Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma. -Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorsa onların öğütleri gözardı etme. -Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üzerine sıçrar. -Gözyaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama. -Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma. -Kendini sev. -Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma. -Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık yapma. -İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil. -Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme. -İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma. -Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme

Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda

Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir kadın uçağına binmek üzere bekliyordu. Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı. Dinlenmek ve kitabını okumak için vıp salonunda bir koltuğa yerleşti. Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu; dergisini açıp okumaya başladı. Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan çok rahatsız hissetti kendisini ve: “Sinir bir şey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı ona haddini bildirirdim!”diye düşündü. Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu. Nihayet son kurabiye kalınca kadın: “Bu küstah adam şimdi ne yapacak?” diye düşündü. Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi. Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu. Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu. Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı, Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu. Özür dileme olanağı da kalmamıştı. Telafi edemeyeceğiniz dört durum vardır. Taş atıldıktan sonra! Söz ağızdan çıktıktan sonra! Fırsat kaçtıktan sonra! Zaman geçtikten sonra!

Onkoloji Alanında 30 Yıldır Çalışan Bir Bilim Adamı

Onkoloji alanında 30 yıldır çalışan bir bilim adamı ve aynı zamanda bir tıp doktoru olan Prof. Dr. Vincent Castronovo, kaderin bir cilvesi ile 2011 yılında gırtlak kanserine yakalandı ve kendi uyguladığı tedavi yaklaşımı ile bu hastalıktan tamamen kurtuldu. Prof. Dr. Vincent Castronovo kanser ve beslenme ilişkisi konusunda çalışan dünyaca ünlü Belçikalı bir bilim adamı ve tıp doktorudur. Bu yazıyı kendisi ile 12 Nisan 2012 de Belçika RTL radyosunda yapılan söyleşiden derledik. Kansere yakalandım Meslek hayatımı kansere karşı savaşmaya adadım. Bilhassa ölümlere sebep olan metastazların oluşmasını sağlayan mekanizmaların deşifre edilmesi üzerinde uzun yıllar çalıştım. 15 yıldan fazla bir süredir, bilim ve tıp dünyasında fazla üzerine gidilmeyen beslenmenin kötü huylu tümörlerin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde oynadığı anahtar rol üzerine yoğunlaştım. Geçtiğimiz yıl, 2011 yılı Şubat ayında ben de reflüye bağlı olarak gırtlak kanseri teşhis edildi. Sonunda 30 yılı aşkın bir süredir mücadele ettiğim bu kötü hastalık beni kendi evimde yakaladı. Hem doktor hem hasta olmak Liege Üniversitesi Hastanesinden uzman bir doktor ekibi ve kendi geliştirdiğim tedavi stratejimle bu hastalıktan tamamen kurtuldum. Hastalıkla geçirdiğim bu serüvenli yolculuktan sonra, eskisinden çok daha sağlıklı bir hayata kavuştum. Ben her iki tarafı da gördüm. Hem doktor hem hasta. Tabii benim meslekten olmam ve bu konu üzerine zaten çalışıyor olmam bu hastalığı daha iyi anlamamı ve adımlarımı ona göre atmamı sağladı. Benim tedavi yaklaşımım 4 unsurdan oluşuyor: Beslenme, Egzersiz, Sevgi ve Dostluk Reflü deyip geçmeyin Bende senelerdir reflü sorunu vardı. Bunu çok önemsemedim çeşitli ilaçlarla antibiyotiklerle bunu geçiştirdim. Ancak sürekli olarak yukarı çıkan bu asit gırtlak dokusunu tahriş ediyor ve enfeksiyonlar oluşturuyor. Buradaki enfeksiyonları önlemek için aldığım antibiyotiklerle beraber gırtlak dokusundaki bağışıklık mekanizması duyarsızlaştı ve oluşabilecek bozuk genetiklik hücreleri yok edemedi. Ben kanser olduğumu son safha da öğrendim. Kanserin beslenme ilişkisi Uzun süre kanserin kalıtsal olduğu düşünüldü. Ancak kanser kalıtsal değil, çevresel etkenlere dayanan bir hastalık. Akciğer kanserinin %90 sebebi sigaradır. Bunu herkes biliyor. Mevcut kanserlerin %40 sebebi ise doğrudan beslenme ile ilişkili. Bazı kanser türlerinde bu oran çok daha yüksek, örneğin benim uzmanlık alanım olan barsak ve mide kanserlerinin %54ünün sebebi beslenme ile ilişkili. Araştırmalarımız sırasında biz şüphelendik acaba bu kansere yakalanan hastaların beslenmelerinde herhangi bir şey var mı? Daha sonra bunu bizim kanser araştırma merkezimizde inceledik. Gördük ki analiz etiğimiz hastaların tamamına yakınında bir beslenme bozukluğu var. Araştırmayı derinleştirdiğimizde bulgularımız şaşırtıcı idi. Vakaların tamamında beslenme ile kanser arasında istatistiksel olarak göze batan doğrudan nedensel bir ilişki var. Beslenme ile kanser ilişkisini şu şekilde izah edebiliriz. Beslenme bozukluğu bağışıklık sisteminin düzgün çalışmamasına yol açıyor, vücudu koruyan hücrelerin üremesi yeterli hammadde olmadığı için yavaşlıyor. Vücutta zaman zaman dış etkenlerle oluşan bozuk genetiklik hücreler yok sekteye uğramış bu bağışıklık sistemi tarafından yok edilemiyor. Şeker zehirli Çağımızdaki en büyük tehlike şeker. Bundan 100 sene önce yılda 1kg şeker tüketirken şu an sizin tüketiminiz 72kg oldu. İnsan vücudu buna alışkın değil vücuda giren bu kadar şekere karşı ne yapacağını bilmiyor. Vücutta iç iltihaplanma oluşturuyor. Bizi bugün meşgul eden pek çok hastalığın sebebi bu iltihaplanmadır. Obezitenin tıptaki adı iltihaplanmadır ve sebebi şekerdir. MS hastalığı bir iltihaplanma hastalığıdır. Beynin bazı bölgeleri iltihaplanma yüzünden dopamin üretemez hale gelir. MS hastalığının sebebi bu dopamin üretememedir. Kanserinde gelişmesi için ortamı hazırlayan bu iltihaplanmadır. Yetersiz beslenen zenginler Yetersiz beslenme yiyeceğin az olduğu fakir ülkelerin sorunu değil. Günümüzde zengin saydığımız batı ülkelerinde bir yetersiz beslenme söz konusu. Tükettiğimiz besinlerin çoğu endüstride işlenip rafine ediliyor ve faydalı her şeyden arındırılıyor. Örneğin ekmek buğdayın en faydalı olan kabuğu atılarak yapılıyor. B12, protein ve demir gidiyor geriye saf nişasta yani şeker kalıyor. İlginçtir ki gıda endüstrisinin diğer bir kolu da bu artıkları alıp bunlardan vitamin destek ürünleri yapıp bize ayrıca satıyor. Palmiye yağı zehirli Bize hayvansal yağların kötülüğünden bitkisel yağların iyiliğinden bahsedilir. Oysa bitkisel bir yağ olan palmiye yağı toksik bir yağ. Maalesef palmiye yağı gıda endüstrisinde en çok kullanılan yağdır. Bugün süpermarket raflarında gördüğünüz ve üzerinde "bitkisel yağ" yazan yiyeceklerin neredeyse tamamında palmiye yağı kullanılır. Çünkü diğer yağlara göre sıcaklığa çok dayanıklıdır. Gıdalar işlenirken uygulanan yüksek ısılı işlemlere dayanıklıdır. Bu yağ ayrıca uzun süre yapısı bozulmadan durabilir. Bu şekilde hem yiyeceklerin raf ömrü uzatılmış olur hem de fabrikada yağı depolama ve üretme maliyeti düşürülür. Son zamanlarda gıda şirketleri yaşanan ekonomik kriz yüzünden karlılıklarını koruyabilmek için maliyet düşürmeyi iyice ön plana aldılar. Örneğin diğer yağların yerine palmiye yağı kullanılması onların karlı kalabilmesine yardım ediyor. Bu yüzden daha çok şirket bu yağı kullanmaya başladı. Ben herkesi uyarıyorum bu yağ toksiktir, kanserojendir lütfen palmiye yağı bulunduran yiyeceklerden uzak durun. Henüz bu yağın kullanımı yasaklanmadı, ancak yaptığımız baskılarla Avrupa Birliği geçtiğimiz günlerde palmiye yağı bulunan gıdaların üzerinde bunun açıkça yazılması için bir yasa çıkardı. Bundan önce sadece bitkisel yağ yazıyorlardı. Bitkisel yağ dedikleri ise çoğu zaman bu palmiye yağıdır. Kanseri nasıl yendim? Önce tıbba güvendim. Ancak bununla bırakmadım beslenmemi planladım ve besin destekleri kullandım. Kemoterapi sırasında probiotikler kullandım. İnsanın barsağında bizim için vazgeçilmez olan bakteriler vardır. Bu bakterilerin bizim için hayati önemi vardır. Bunlar olmadan bazı besinleri hazmedemeyiz. Ayrıca gerekli bazı enzim ve vitaminlerin üretilmesini sağlarlar. İlginç bir nokta şu, geçtiğimiz günlerde aslında beynimiz ile barsakta yaşayan bu bakteriler arasında karşılıklı bir iletişim olduğu bulundu. Kemoterapi sırasında maalesef barsaklardaki bu bakteriler ölüyor. Bu yüzden onları yenilemek için probiotik kullandım. Probiotikler bu bakterilerin uyur halde bulunduğu kültürüdür. Bunlar barsağa yerleşir ve azalan veya yok olan barsak florasını yeniler. Bunun yanı sıra vitamin hapları aldım. Mineraller aldım. Omega-3 yağlarını düzenli olarak beslenmeme dâhil ettim. Yeteri kadar protein aldım. Kızartmaları kestim. Hepsinden önemlisi ise şeker almayı kestim. Doktorlarım çok açık fikirli idi benim getirdiğim önerileri her zaman değerlendirmeye aldılar. Böyle bir şansım oldu. İletişimim diğer hastalara göre çok daha kolay oldu. Çiğnemenin önemi Memelilerin beslenmesinin ilk ve en önemli aşaması çiğnemedir. Maalesef sosyal yaşam biçimimiz ve değişen ve rafine olan gıdalar bizleri çiğneme davranışından uzaklaştırdı. Çiğnemek bizler için biyomekanik bir olaydır ve vücutta bazı sistemleri harekete geçirir. Bunun yansıra parçalanan gıdalar kolayca hazmedilir. Barsaklarda oluşan gazların sebebi iyi çiğnememedir. Önerdiğimiz kanser tedavisi Biz merkezimizde hastalara bir kan testi yaparak hangi vitamin, mineral ve yağların eksik olduğunu tespit ediyoruz. Buna göre hastaya uygun bir beslenme planı oluşturuyoruz. Çünkü zaten bir kere yetersiz ve yanlış beslenme yüzünden insan hasta olmuş. Hastalığın tedavi sürecinde bu yanlış mutlaka giderilmeli ve vücutta eksik olan ne varsa beslenme ile yerine konulmalı. Aksi halde bir iyileşmeden söz edemeyiz. Yiyecekleri çiğneyin ve strese kapılmadan yavaş yavaş yiyin. Yemek yemeyi aceleye getirmeyin yemek için kendinize zaman ayırın. Yağlı balıkları tüketmeyi ihmal etmeyin. Ton balığı tüketin, bu balığın içinde yüksek miktarda vücut için dışardan alınması şart olan yağ asitleri bulunur. Bu yağ asitlerini vücudumuzun çalışması için gereklidir. Ancak vücutta üretemeyiz dışardan alınması gerekir. Haftada en az 3 kez yağlı balıkları tüketin. Şekerden uzak durun. Şekeri ve türevlerini (nişastalar, karbonhidratlar) hayatınızdan çıkarmaya çalışın. Hızlı şekerleri kesinlikle tüketmeyin. Brokoli tüketin. Bunun içinde kanserin metastaz yapmasını önleyen bir madde var. Yağları pişirmeyin. Yakmayın. Üzerinden duman çıkan bir yağ toksiktir. Sıcaklık yağların kimyasal yapısını değiştirip onları zehirli hale getirir. Yağı mümkünse pişmenin son aşamasında ekleyin. Brokoli ve diğer sebzeleri tüketirken bunları suda kaynatmayın. İçinde faydalı olan her şeyi suyuyla atarsınız. Tüketirken bunu ağır buharda pişirin. Yağını da sonradan ekleyin üstüne. Kanınızdaki bakırı azaltın. Bunun için ıspanak tüketin. Kızartmalardan uzak durun. Palmiye yağı ve ay çiçek yağını kullanmayın. Gülün. Profesör Dr. Vincent Castronovo kimdir Profesör Vincent Castronovo, Belçika'da Liege Üniversitesi Onkoloji Araştırma Merkezinin yöneticisi ve aynı üniversitenin tıp fakültesi bölüm başkanı. Pek çok ödül almış bir bilim adamı. Saygın uluslararası tıp ve bilim dergilerinde yayınlanmış iki yüzden fazla makalesi bulunuyor. Klinik onkoloji alanında çalışma yapan bir bilim adamı olmasının yansıra, kendisi aynı zamanda bir tıp doktoru ve cerrah. Amerika'da ulusal kanser araştırma enstitüsünde uzun yıllar çalışmış ve 1992 yılında ilk Metastaz Araştırma Laboratuvarını kurmuştur.

Eğer Rakı İçersen

Eğer: Rakı içersen: Bağcı kazanır, bağ direği satan kazanır, bağ teli satan kazanır, üzüm fidanı satan kazanır, gübreci, toprak analizcisi kazanır. Ayrıca traktör yapan satan, tamircisi, bakıcısı, servisi kazanır. Tarım ilacı üreten, satan kazanır. Bağda emeği geçen (rençberi, marabası) herkes kazanır, anason üreticisi kazanır. Rakı içersen: Rakı fabrikası kazanır, rakı fabrikasında bekçisinden tut, gıda mühendisine ve paketlemecesine kadar herkes kazanır. Rakı fabrikasına her kim ne satıyorsa onlar da kazanır. Şişe fabrikası kazanır, silis kumu çıkaran madenciler kazanır, iş makinesi yapan satan da kazanır. Rakı içersen: Rakı şişesine kapak yapan kazanır, etiket tasarımcısı kazanır, etiketin yolculuğunda; ağaç sanayii, kâğıt sanayii ve boya sanayii kazanır, etiketi basan matbaa sektörü kazanır. Rakı içersen: Ana bayi, tali bayi ve tüm perakende satış noktaları kazanır, dağıtımda kullanılan araç imalatçıları araçları kullanan şoförler kazanır, şoföre ceza yazan trafik polisi de, devlet de kazanır. Rakı içersen: Manavlar, peynir imalatçıları ve dağıtıcıları kazanır, mezeciler kazanır, meze fabrikasyonsa fabrikası, ev mezesi ise, Ayşe yenge kazanır. Rakı içersen: Balıkçılar kazanır, kaptanı, tayfası, miçosu kazanır, ağcısı malzemecisi mazotçusu kazanır, tekne imalatçısı kazanır, teknenin bakımcısı tamircisi kazanır, Temel reis (Popeye) kazanır, Kabasakal kazanır. Rakı içersen: Meyhanede, barda, gazinoda içersen, mekâncı kazanır. Aşçısı, garsonu ve komisi kazanır, program yapan sanatçısı kazanır. Gazinoda sigara, çiçek satan kız kazanır (eski türk filmi izleyenler iyi bilir). Tavernaya gidersen, hava olsun diye tabak kırarsan, tabak sanayii kazanır. Havaya peçete atarsan peçeteci kazanır. İşi ileri götürüp şarkıcı kadının ayakkabısından şampanya içmeğe kalkarsan, ayakkabıcı da kazanır, şampanyacı da kazanır. Rakı içersen: Nerede içersen iç, masaya kuruyemiş iste; hem kuruyemiş toptancısı hem kuruyemişçi kazansın, fıstık yersen Silifkeli, Anamurlu, Osmaniyeli kazanır. badem yersen Siirtli, Datçalı kazanır.Leblebi yersen Kulalı, Çorumlu, Tavşanlılı kazanır. Fındık yersen Ordulu, Giresunlu kazanır. Kabak çekirdeği yersen Edirneli, ayçekirdeği yersen Kayserili, Erzurumlu kazanır, Antep fıstığı yersen Antepli, Siirtli kazanır. Rakı içersen: Sıcak mezeydi, soğuk mezeydi çiğköfteydi, sakatat, içli köfte derken, fazla bulaşıktan bulaşıkçılar, deterjancılar ve bulaşık makinesi satanlar kazanır. Rakı içersen: Ama dur bir dakika; rakı içtikten sonra sakın araba kullanma, taksiye bin. Taksici para kazansın. (Eskiden küfeciler kazanırmış) Yok illâ araba kullanacağım dersen, kesin kaza yaparsın. O zaman Sigorta Şirketleri kazanır, kaportacı kazanır, tamirci kazanır, hastaneler kazanır, doktorlar kazanır, ilâç fabrikaları kazanır, yara bantçısı kazanır. Rakı içersen: Haydi arabayı kullandın, kaza da yapmadın diyelim, ilerde trafik çevirme var, trafik kontrolünden geçinceye kadar kullanıp, ileride arabayı veren valeler kazanır. Vale diye kandırıp; arabayı alıp kaçarlarsa hırsızlar kazanır. Rakı içersen: Evde, meyhanede, yolda hır çıkarırsan, adliyede arzuhalciler, avukatlar, dosya arşiv memuru, mübaşir kazanır. Duruşmayı beklerken çay içersen adliye çaycısı kazanır. yalancı şahit istersen yalancı şahitler kazanır. Rakı içersen: Apartmana geldiğinde sallanıyorsan, kapı deliğini bulamıyorsan ve hatun uyanmasın istiyorsan, kapıcılar bahşişten kazanır. Gürültü yapıp hatuna sarhoş yakalanırsan kesin dayak yersin. O zaman da oklavacı, merdaneci kazanır. Hatun evi terk etmişse ve giderken kilidi değiştirmişse çilingir kazanır. Rakı içersen: Paralar suyunu çeker, cüzdanına kredi kartı dolduran bankalar kazanır. Rakı içersen: Asıl parayı devlet kazanır. KDV, ÖTV, bu satışlardan doğan gelir vergisi derken, malı götürür. Dünyanın en pahalı akaryakıtı yanında dünyanın en pahalı içkisini de Türkler içer. Tabii bu vergileri ödemek sevaptır da aynı zamanda... Devlet bu paralarla Diyanet İşleri'nin bütçesine katkı sağlar. İmamların maaşını öder. O zaman ne oluyor, rakı içersek hem ekonomiye katkı sağlamış, hem de sevaba girmiş oluruz. Hadi o zaman: Afiyet şeker olsun. Şerefe!...

Günlerden bir gün

Günlerden bir gün zengin bir baba oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini ona göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve bir gün geçirdiler. Yolculuktan döndüklerinde baba çocuğuna sordu: "İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?" "Evet!" "Ne öğrendin peki?" Oğlu cevap verdi: "Şunu gördüm: Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onların sonu olmayan dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onların yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar." Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Sonunda çocuk babasına teşekkür etti: "Sağol baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdin bana."

PAKİSTANLI BİR AYDININ ARAŞTIRMASI

DİNLERE GÖRE KALKINMIŞLIK ORANLARI Hata! Dosya adı belirtilmemiş. Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi/Musevi var. (Kuzey ve Güney Amerika'da 7 milyon, Asya'da 5 milyon, Avrupa'da 2 milyon ve Afrika'da 100 bin Musevi yaşıyor.) Peki, kaç Müslüman var: 1,4 milyar Müslüman. (1 milyar Asya'da, 400 milyon Afrika'da, 44 milyon Avrupa’da, 6 milyon Amerika kıtasında.) Yani dünyada 1 Musevi’ye karşın 100 Müslüman var... İyi ama Yahudiler Müslümanlardan niçin 100 kat daha güçlü ve daha zengin ve daha eğitimli ve daha mucitler? Tarafsız ve bilimsel yollarla tespit edilmiş nedenlerini öğrenmek istiyorsanız lütfen okumayı sürdürün... Tüm zamanların en etkin bilim adamı Albert Einstein bir Yahudiydi. Psikanalizin babası Sigmund Freud bir Yahudiydi. Karl Marks Yahudiydi. Tüm insanlığa zenginlik ve sağlık katmış Yahudilere bakalım: *Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini armağan etti. *Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını geliştirdi. *Gertrude Elion lösemiye karşı ilaç buldu. *Baruch Blumberg Hepatit-B aşısını geliştirdi. *Paul Ehrlich frengiye karşı tedaviyi buldu. *Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili buluşuyla Nobel ödülü kazandı. *Gregory Pincus ilk doğum kontrol hapını geliştirdi. *Bernard Katz nöromasküler iletişim (kaslarla sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı. *Andrew Schally endokrinoloji (metabolik sistem rahatsızlıkları, diyabet, hipertiroid) tedavilerinde kullanılan yöntemi geliştirdi. *Aaaron Beck Cognitive Terapi’yi (akli bozuklukları, depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemini) geliştirdi. *Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı. *Stanley Cohen embriyoloji (embriyon ve gelişimi çalışmaları) dalında Nobel aldı. *Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yaptı. *Peter Schultz optik lif kabloyu, Charles Adler trafik ışıklarını, *Benno Strauss paslanmaz çeliği, *Isador Kisse sesli filmleri, *Emile Berliner telefon mikrofonunu, *Charles Ginsburg ilk bantlı video kayıt makinesini geliştirdi. *Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini icat etti. *Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi. Peki, ama; son 100 yıl içinde Yahudiler sadece bilimsel alanda 104 Nobel ödülü kazanırken, 1.4 milyar Müslüman neden yalnızca 3 Nobel kazandı. Yahudiler niçin bu kadar yaratıcı ve neden bu kadar güçlüler? Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu yatırımcılara/işadamlarına ve markalarına bakalım: * Ralph Lauren (Polo), * Levi Strauss (Levi's Jeans), * Howard Schultz (Starbuck's), * Sergei Brin (Google), * Michael Dell (Dell Bilgisayarları), * Larry Ellison (Oracle), * Donna Karan (DKNY), * Irv Robbins (Baskins & Robbins), * Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts), * Richard Levin (Yale Üniversitesi'nin kurucu başkanı). Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu sanatçılara bakalım: * Michael Douglas, * Dustin Hoffman, * Harrison Ford, * Woody Allen, * Tony Curtis, * Charles Bronson, * Sandra Bullock, * Billy Crystal, * Paul Newman, * Peter Sellers, * George Burns, * Goldie Hawn, * Cary Grant, * William Shatner, * Jerry Lewis, *Peter Falk... Yönetmenler ve yapımcılar arasındaki Yahudiler: * Steven Spielberg, * Mel Brooks, * Oliver Stone, * Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210), * Neil Simon (The Odd Couple), * Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3), * Michael Mann (Starzky and Hutch), * Milos Forman (One Flew Over The Cuckoo's Nest, Amadeus), * Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat), * Ivan Reitman (Ghostbusters) , * Kohen Kardeşler, * William Wyler. * William James Sidis, Sorun kendinize: 250’lik IQ derecesiyle dünyaya gelmiş en parlak insan hangi dine mensuptur? Sorun kendinize: Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür? Cevabı şudur: Her çocuğa ve her gence kaliteli eğitim verirler... Bu eğitim türü sorgulayıcı (teslimiyetçi değil), araştırıcı (ezberci değil) ve yaratıcıdır (bilgi üretmek/bulmak içindir) Soru: Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür? Cevap: Yanlış eğitim verdikleri ve gelişime yararı olmayan birer eğitim sistemi uyguladıkları için (Büyük oranda Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci ve Dayatmacı eğitim...). Oysa Gezegenimizde yaklaşık 1.476.233.470 Müslüman yaşamaktadır. Yani, toplam dünya nüfusu içinde her 5 kişiden biri Müslümandır. Her bir Hindu'ya 2 Müslüman düşmektedir, her bir Budist'e karşılık 2 Müslüman vardır ve her bir Yahudi'ye karşılık 100 Müslüman bulunmaktadır. Müslümanlar bu kadar kalabalıklar ama neden güçsüzler? Nedeni eğitim(sizlik)dir!!! İslam Konferansı Örgütü'nün (OIC) 57 üyesi vardır ve ülkelerin tümünde sadece 500 adet üniversite bulunmaktadır. Yani üniversite başına 3 milyon Müslüman düşmektedir. Başka bir deyişle 3 milyon kişi için bir üniversite yapılmıştır (Bunların kalitesi de başka bir sorundur!). Fakat sadece ABD'de 5 bin 758 adet üniversite vardır. Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Deger Listesi”ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren tek bir üniversite yoktu. Neden?.. Yanıt: Kalitesiz ve ezberci eğitim... OKUMA YAZMA ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK! UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı % 89’dur. Bunların %98’i ise en az ilkokul mezundur ve 100 kişiden 40’ı üniversite mezunudur.

Arkadaş ile Dostun Farkı

Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır... Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır... Arkadaş senin ağladığını görmez... Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır... Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir... Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider... Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur... Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için... Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür... Dost ise tekrar arar.... Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister... Dost ise her zaman senin arkandadır ... Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir... Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder... Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar... Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır ... Arkadaş sizi ikinci görmek ister, Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar... Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır... Dost sıkıntınız olduğunda size koşar... Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız... Dostlarınız size huzur vermeye çalışır... Arkadaş bu mesajı okur ve siler... Dost okur ve dostlarına yollar..

Gönül Durağı



Aşk ateşi düştü mü,yüreğine,
Ne yapacağını şaşırırsın.
Aşık adamın hali,bir başka oluyor.
Sevmenin tebessümü,
Terk edilmenin acımasızlığı,
Sonradan kor,yavaş yavaş,
İşler yüreğine.
Ne türküler,
Ne şarkılar,
Ne şiirler kar eder.
Tesellisini bulamasın!
En iyisi,
Sevmeye devam etmek.
Demiri,demirler döverler.
Aşk acısı,
Teni aşkla kapanır ancak.
Gönül durağında bekle!

Cemal Borandağ
29 Mart 2018 Tuzla-İstanbul
Evlen evladım,ya mesut olursun,yada filozof,O da kötü bir şey değil.

Gülünce



Salı sallanır,Sarayburnun da.
Derbeder,bitkin,yorgun gün,
Nasılda,
Neşeye,mutluluğa,dinamizme dönüşür.
Enerjimizi nasılda depolarız.,Yoruldun mu?
Devrimci,Cumhuriyetçi,demokrat ruhum!
Ne oldu sana.
Sarayburnun da,
Öğlen rakılarıyla,kendine gelirsin.
Hele birde yanında,
Şarap elinde,
Sigara dumanında,
Dumanaltı olursun.
Espirili,konuşkan,
Cana yakın biri olursa,
Hayatla dans edersin.
Devrimci ruhun canlanır,
Cumhuriyet coşkusu yaşarsın.
Hak ,hukuk,adalet dersin.
Demokrat ruhun dayan der.
Hay de şerefe içelim.
İçelim güzelleşelim.
Doğallığınla,samimiyetinle,sevecenliğinle,
Gülünce ,ne de güzel oluyorsun.

Cemal Borandağ
27 Mart 2018 Tuzla-İstanbul
Tiyatrolar günü kutlu olsun.

Oğul



Dünyamıza,hoş gelmiş,bir bebektin.
Badi badi adımlarını attın.
Karda,kışta zorlukla mücadele ile,
Dağları aşarak bu günlere geldik.Oğul

Çalıştın,çabaladın başarılı oldun.
Hayata atıldın,zevk duyarak.
Artık yolun,kısmetin açık olsun.
Kanımdan,canımdan olan oğul.

Özgüveninle,
Olduğun gibi görün.
Özün,sözün bir olsun.
Erenler gibi.
Hoş gönüllü,hoş sohpetli,hoş görünümlü ol.
Görünüşünle karşılanır,
Fikirlerinle güle güle uğurlanırsın.
Çevrenle sevilirsen,
Gittiğin yer cennet olur,
Cennete çevirirsin.
Türkü söyle,şarkı dinle,şiir yaz.
Adam artık,
Eserleriyle adam olur.
İnsanlığı selamla,Oğul

CemalBorandag

06 Eylül 2017
Doğum günün kutlu olsun,Oğul

Gönül Ne İster

Şarkılar ne ister,yıldızlar ne konuşur.
Şaraplar neler dinler,nihavent!
Rakı ne ister,balık,roka ,meze.
İllede türkümü,şarkı mı,şiir mi ister.
Ya viski masraflı içki.
Neler ister neler.
Rus güzeli,Avrupa güzeli,
İllede köyde gördüğü,
Aşık olduğu,Benli Ayşeyi ister.
Ya bira ne ister,
İster de ister.,
Biraz gönlü bol,ne de olsa.
İllede huzur sağlık ister.
Gülünce güzel olur insan,içince!
Gönül daha ne ister.

Cemal Borandağ
22 Mart 2018 Tuzla-İstanbul
Beyaz Saçlı Atlı Prens Haftası Kutlu Olsu