Bazı sözcükler mâsum değildir, kullananı ele verir; çünkü sıradan, gündelik dilde kullanımlarının yanı sıra daha derin anlamları da vardır. Bazılarının içerikleri tarihidir, teoriktir ve de siyasidir. Dolayısıyla, dikkatli ve özenli kullanmak gerekir. Yakayı ele verirsiniz. Bu sözcüklerin en belalılarının başında sermaye gelir.
İşte bu ‘mâsum’ sermaye geçenlerde iki farklı alanın, iki metninde baş gösterdi. Doğrusu, bizatihi bunda şaşılacak bir şey yoktu. Günümüzde siyaset ve sanattan sermayeye değinmeden nasıl söz edilebilirdi ki? Nitekim, Veysi Sarısözen, Özgür Gündem’de Suriye üzerine, İKSV de kendi web sitesinde Bienal faaliyetleri üzerine yazdıkları metinlerde kullanmışlardı bu sözcüğü.
Sarısözen’i sona bırakalım, Bienal’in geçenlerde gerçekleştirdiği bir etkinlik üzerine yazılmış metne bakalım:
“Kamusal Sermaye programında amacımız özel sermaye ve güncel sanat üretimi ile yeni 'kamu'ların yaratım/oluşum süreçleri arasındaki ilişkiyi İstanbul’un büyüyen sanat ortamı bağlamında incelemek... Paranın ‘özerk’ sanatsal üretim üzerindeki etkileri neler?”
Bu alıntıda, cümleler arasındaki bağlantıya dikkat ettiğimizde sermayeden kastedilenin, sermayenin en banal görünümü olan para olduğu bariz. “Paranın ‘özerk’ sanatsal üretim üzerindeki etkileri neler?” sorusunda sermayenin bu görünümü ile yetinildiği açığa çıkıyor. Sermaye bildiğimiz paradır! Metnin tamamını aktarmaya gerek yok, ima edilen, paranın, yani sermayenin olumsuzluklarından arınmak (yukarda alıntı yaptığım metni daha kapsamlı bir biçimde Bianet’e yazdığım bir yazıda ele almıştım.
Veysi Sarısözen’in yazısı ise, Reyhanlı faciası sonrasında siyasilere doğruyu göstermeyi deniyor. Sınır barışının tesisi hakkında bazı fikirleri var. Okuyalım:
“Suriye Devleti’nin Kuzeyi’nde, tıpkı Güney Kürdistan Bölgesi gibi, bir Kürt-Nusayri-Hristiyan Federasyonu kurulabilirse... Federasyon’un Rojava parçası Türkiye içindeki Kürdistan’la, Lazkiye bölgesi Türkiye sınırları içindeki Süveydiye, Harbiye ve Musa Dağı eteklerindeki Ermeni köyleriyle aradaki sınırı kaldırmadan, hiçleştirip birleşebilirse... İşte o zaman, bu süreç başlar başlamaz Türkiye-Suriye sınırı “tahkim” edilmiş olur. Yani sınır “anlamsızlaştığı” ölçüde “güçlenir”. Güvenlik böylece sağlanır. İnsanların, kültürlerin, emeğin ve sermayenin serbestçe geçebildiği bu sınırlardan, bomba yüklü kamyonların geçmesi, devenin iğne deliğinden geçmesi kadar imkansız hale gelir.“
Sarısözen, “Güney Kürdistan Bölgesi”ndeki bol AVM’li, yeterince TOKİ’msili ‘ekonomik kalkınma’nın son derece farkında olduğu için sermayeyi daha geniş anlamıyla kullanıyor. Para sermayenin ötesinde, her türlü üretim aracını, değişmez sermayeyi ve de emek referansıyla değişir sermayeyi kastediyor. Ayrıca, Sarısözen bu sermayenin “serbestçe geçebildiği sınırlar” da tahayyül ediyor. Tahayyüle gerek yok ki, zaten sermayenin Sarısözen’in tahayyül sınırlarını zorlayacak derecede “serbestçe geçebildiği sınırlar” mevcut: Avrupa Birliği. Kötü bir AB müsveddesi ile mi barış tesis edilecekmiş? Haydi hayırlısı.
O zaman sermaye nedir, manasının derinliği nerededir? Kısa cevap, adı üstünde deyip geçmek: Kapital. Ama olmaz, en azından ipucu verelim. Yukarda da bahsettik sözcüğün tarihiliğinden. Kapitalizm, hangi yüzyıldan başlatırsanız başlatın, ortaya çıkalı beri sermaye ne paradır, ne de üretim aracı. Bunların hepsidir ve daha da önemlisi adeta bunların içine sinmiş toplumsal bir ilişkidir, kapitalizmdir. O ilişkiyi aşmayı arzulayanlar sermaye sözcüğünü bu kadar laubali bir biçimde kullanamazlar. Sosyalizm, en az barış ve demokrasi kadar ciddiye alınmayı hak eder.