TC Erdal Kılıç
11 saat
Deniz Bakanı bir paşanın oğlu olarak İstanbul'da dünyaya gelir.
Yaşıtları oyuncaklarla oynarken o kendi kendine harfleri öğrenerek ev
halkını şaşkına çevirir. İlkokul çağında konaktaki odasından çıkmaz,
durmadan deniz lisesine giden ağabeylerinin kitaplarını okur. Babasının
“henüz yaşın küçük” demesine rağmen, Fransızca dersleri alır ve kısa
sürede mükemmel Fransızca öğrenir. Dönemin en iyi eğitim veren okuluna,
Galatasaray Lisesi’ne, 1896 yılında başlar. Fransızcası çok iyi
olduğundan hazırlık okumaz. Derslerinde olağanüstü başarılar elde eder.
Burada geçirdiği 11 yıl; özgür, bağımsız, aydınlanmacı kişiliğinde çok
etkili olur. Okulunu bitirdiğinde, muhteşem bir Fransızcası ve elinde
her kapıyı açan Galatasaray diploması vardır. Basit memurluklarda gözü
yoktur. Tevfik Fikret Galatasaray Lisesine müdür olunca bu dahi adamı
elinden kaçırmaz ve okulda öğretmenlik yapmasını sağlar.
Nazım
Hikmet gibi birçok gence ders verir. Öğrencilerine, "Koridorda asılı
olan ceket benimdir. Cebinde param var. İhtiyacınız kadarını
alabilirsiniz" demektedir. Bir süre sonra Devlet, Fransızcası kuvvetli
35 genci sınavla Fransa ve İsviçre’ye yüksek öğrenim için gönderir.
Bunlardan biri de Celal’dir; Sorbonne’da Siyaset Bilimi okumaya başlar.
Ailesine mektup yazarak devlet büyüklerinden Makine Mühendisliğine
geçmesini sağlamalarını, kabul edilmezse kendi paraları ile okutmalarını
rica eder ama aile bunu reddeder. “Devlet neyi uygun görmüşse onu
tahsil et’’ cevabını alır. Bir daha asla kesmemek üzere o gün sakalını
uzatmaya başlar.
Fransa’nın en büyük yazar, şair ve
düşünürleriyle fikir alışverişinde bulunur. Hür beyni daha da
aydınlanır. “Devletin parasını yediğimiz yeter’’ deyip diploma almadan
ülkesine döner. Üsküp’e Fransızca öğretmeni olarak gönderilir. Burada
öğrenciler ve halk kendine hayran kalır. Kendi parasıyla okulun önüne
futbol sahası yaptırır. Fransa’dan toplar getirtir. Öğrencilere don ve
fanila diktirir. Futbolu öğretir. Fakat bölgedeki yobazlar onu şikâyet
ederek okuldan attırır. Sebebi; futbol günahmış! Çünkü Yezit’ler Hz.
Hüseyin’in başını keserek yerde top gibi oynamışlar, futbol onu temsil
ediyormuş.
İstanbul’a döner. Trablusgarp’ta Mustafa Kemal ve
askerlerinin zor durumda olduğunu öğrenir. Bir tekneye mühimmat doldurup
yola çıkar. Fakat yolda İngiliz devriye teknesi yollarını kesince
arkadaşlarının “silahımız var vuruşalım’’ fikrine karşı çıkar;
“silahları değil aklımızı kullanacağız.’’ Muhteşem dili ve siyasi
bilgisi ile İngiliz komutanına bu silahları Fransızlara direnen Tunuslu
mücahitlere götürdüklerine inandırır ve Mustafa Kemal’e ulaştırır. Silâh
altına alınmak ister ama “ülkeye öğretmen lazım’’ denilerek Kastamonu
Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olarak gönderilir. Fakirlik, hastalık ve
cehaletin olduğu bir dönemdir. Şehirde frengi vardır, bununla mücadele
eder. Öğrencilere yabancı dilin yanı sıra tarih ve hayat bilgisi
dersleri verir. Yobaz zihniyet onu bir kez daha hedef alır. “Dini bütün
yerde başı açık geziyor, çocuklara Fransız devrimini anlatıyor, ayaktopu
oynatıyor günahtır” diye İstanbul'a şikayet ederler. Görevden alınır,
İzmit Lisesi’ne gönderilir. Burada büyük şair Yusuf Ziya Ortaç ile
tanışır. Ölümünden sonra Ortaç; “Celal beyin cenazesine gitmedim. İnsan
kendi tabutunun arkasından yürüyebilir mi?” diyerek dostluklarının
büyüklüğünü gösterecektir.
Sakallı Celal buradan Ankara Lisesi’ne
müdür yardımcısı olarak atanır. Burada da öğrencilerine sürekli
aydınlanmayı, akıllarını kullanmayı ve hurafelerden uzak durmaları
gerektiğini öğütler. "Çocuklar evlerinde ve camide din öğrenebilir ama
Fransızca öğrenemez’’ diyerek din dersi saatini azaltarak Fransızca
derslerini arttırır. Okulun lağımı taşar, kimse ilgilenmeyince kendisi
açar. Koskoca müdür yardımcısı bu işi yapar mı diye ona işten el
çektirirler. Sakallı Celal tepki olarak diğer gün bir boyacı sandığı
bulur ve okulun önünde öğrencilerinin ayakkabısını boyar. Mevzuatı
delerek Türkiye’de ilk kez İstanbul’dan bir bayan öğretmen getirtir ve
atamasını yaptırır. Çok büyük tepki alır. Bakanlıktan bir yazı gelir.
Yazıda “Yükseköğrenimde öğrenci boşluğu olduğundan son ve bir önceki
sınıfların durumlarına bakılmaksızın mezun edilmesi gerektiği’’
yazmaktadır. Hiç beklemeden burası “boyacı küpü’’ değil diyerek bir daha
dönmemek üzere öğretmenlikten istifa eder...
Aydın’a incir
fabrikasına işçi olarak gider. Fabrika yönetimine ve üreticilere incir
ve üzüm tarımının geliştirilmesini, taşınmasını, kurutulmasını ve
paketlenmesini modern tekniklerle öğretir. Fransızca bilen, muhteşem
silah kullanan ve fabrikanın karmaşık makinelerini tamir edebilen bu
adam aranan biri haline gelir ve “ustabaşı’’ olur. İşçilere okuma yazma
ve Fransızca öğretir. Fabrika sahibine modern teknikleri, çiftçilere ise
kooperatifleşmeyi öğretir. Hasta bir işçi ve fakir bir köylüye maaşını
verdiği için Komünist diye şikayet edilir. Polis evini basar, evde
Komünizme ait belgeleri bulamayınca yerini sorar. Sakallı Celal
kafasının içini göstererek “İşte burada’’ diye cevap verir. Duvardaki
Marks portresi içinse "dedemdir" der. Fabrikada sağ işaret parmağı
makineye sıkışır ve ucu kopar. Soranlara “O zaten komünist parmağımdı
bir şey olmaz’’ cevabını verir. Birgun hakkındaki iftiralardan bunalır
ve evindeki bütün eşyaları işçilere dağıtıp bir çuval kitapla Ankara’ya
döner. Oradan da İstanbul’a…
İstanbul’da onu tanıyan dönemin en
büyük şair, yazar, avukat ve kalburüstü aileleri evlerine sohbetini
dinlemek için davet ederler. Çünkü muhteşem bilgisi ve konuşma yeteneği
vardır. Çöpçülerin aldığı maaşı düşük bulur. Bunu protesto etmek için
Vali konağının önünü süpürmeye başlar. O sırada oradan Rasih Nuri İleri
ile hocası Prof. Kerim Erim geçmektedir. O günü İleri şöyle anlatır;
“Hocam, Profesör Kerim Erim bir anda fırlayıp yerleri süpüren sakallı
bir çöpçünün elini öpmeye başladı...’’
Sakallı Celal Maddi
sıkıntı çekse de hayatı boyunca kimseden para yardımı kabul etmez.
Elinde büyüyen Mehmet İsvan çok zengin bir iş adamı olur. Hocasına hesap
açar fakat öldükten sonra tek bir kuruşuna dokunmadığını görür. Hayatı
boyunca hiç sigara ve alkol kullanmaz. "Türkiye, doğuya yol alan bir
geminin güvertesinde batıya koşan insanların ülkesidir" ve "Bu ülkede
ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir." sözleri ona aittir.
1962 yılında hayata gözlerini yummadan önce vasiyetinde; “Mustafa
Kemal’i seviyorum. Ona olan güçlü özlemimle ölüyorum. Onu öpmek,
koklamak isterdim" der. Kaynak olarak kullandığım “Sakallı Celal’’
isimli eserin yazarı Orhan Karaveli şöyle diyor; "Tek isteği vardı
Sakallı Celal Beyin, Türkiye’nin Atatürk’ün yolundan giderek aydınlık
günlere ulaşması…"
-Tarık Barbaros Plevneli sayfasından-