12 Temmuz 2019 Cuma

Cerrahın telefonu çalar


Cerrahın telefonu çalar, arayan hastane sekreteridir.
Buyurun sizi dinliyorum.
Sayın hekim, ağır hasta var, acele bütün işinizi bırakın gelin.
Geliyorum deyip hekim telaşla yola düştü.
Hekimi hastanede hastanın babası hışımla karşıladı:
Benim oğlum ölüm döşeğindedir, ne için bu kadar geç kaldınız? Sizin kendi oğlunuz olsaydı yine böyle yapar mıydınız?
Cerrah gülümsedi:
Bana haber verilir verilmez acelece geldim.
Bir de unutmayın ki, hayat ve ölüm Allah'ın elindedir. Cerrah ameliyat odasına girdi..
Ameliyat iki saat sürdü.
Cerrah odadan çıkıp koridordaki babanın yanından sakince geçip gitti.
Ardından yardımcı hekim çıktı.
Babaya oğlunuz yaşayacak dedi.
Baba bir an sevindi, sonra yine hiddetlenip dedi:
Bu cerrah çok kötü ve insafsız bir adam.
Ne vardı yani, çıkarken bana iyi haberi o verseydi.
Yardımcı hekimin gözleri doldu ve adamı hayatı boyunca pişmanlığa sevk edecek olan şu cevabı verdi: Cerrah çok güzel insandır.
Onun oğlu otomobil kazasında bugün vefat etti.
Biz onu defin merasiminden çağırdık.
Oğlunun defin merasimini yapamadan sizin oğlunuzun şifasına vesile olmak için hastaneye geldi.





''Yüreğin sadece kendinden olana yanıyorsa ''İNSAN''değilsin.!!!


Köy Enstitüleri


Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bayan müfettiş, bir okulu teftiş etmek için görevlendirilir:
Müfettiş okula gitmek için yola koyulur ancak yolda arabası hararet yapar ve aracı çalışmaz. Oradan geçen bir çocuk araca doğru yanaşarak yardıma ihtiyacının olup olmadığını sorar.
Müfettiş: Araçlardan anlar mısın?
Çocuk: Babam tamircidir bende bazen ona yardım ederim.
Arabanın motoruna bir bakış attıktan sonra, alet-edevat çantasını ister. Çocuk bir kaç dakika uğraştıktan sonra, müfettişten aracı çalıştırmasını rica eder. Bu arada müfettiş bütün bu olanları dehşet içerisinde izliyordu. Araç tekrardan hareket etmeye başladı! Çocuğa teşekkür etti ve bu saatte neden okulda olmadığını sordu.
Çocuk: Bugün okulumuza müfettiş gelecekmiş ve öğretmenin dediğine göre benim sınıfın en tembel öğrencisi olmamdan dolayı evde kalmam gerekiyormuş.

Fikir: Yetenekler böyle bitirilir. Zeka ve üreticilik sadece dersi anlamak ile alakalı bir şey değildir. Her şahsı, yeteneklerini ortaya çıkarabilmek için uygun ortama koymak gerekir. Aptallık diye birşey yoktur, sadece farklı yollar vardır...

Köy Enstitüleri ‘nde her çocuk ilgi alanı ve yeteneğine göre değerlendirilip ona göre eğitiliyordu. Bütün öğrencilere standart dersler verilmiyordu.

Mekteplerin duvarında ise şöyle yazıyordu:
"Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz…”

_____ Toplum Sanatı .


5 Temmuz 2019 Cuma

EVLADINIZA NE ARABA BIRAKIN NE EV İBRET ALINACAK BİR HİKAYE


Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı.

- Üstü kalsın kardeşim” dedim.
Döndü bana doğru:
- Vaktin var mı ağabey ?” dedi.
- Evet” dedim (tek ayağım hala dışarıda)
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
- Birader” dedim,”9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?”
- “Ne alacağım ağabey 50 kuruşu!”
- Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.”
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
- “Vaktin var mı ağabey?”
- “Var.”
- Çek kapıyı o zaman.”

5 dakika konuştuk. İngiltere’de Profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakikada öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:
- “Ağabey biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık.”
“Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize” Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.”
“Aha” dedim, “Bizim meslekten”, seminerci.
- “Ne anlatırdı baban ?”
- “Hayatta nasıl başarılı olunur ?”
” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.”

- Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,”Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?”
- “Ne bıraktı?”
- “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın.” Falan filan…
“Ağabey, aradan 15 yıl geçti…”
“Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”
“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var.”

“Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
- “Asıl mirası bizim baba bırakmış.”
“Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.”
Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:
- “Dur ağabey, asıl bomba şimdi!”
- Nedir bomban ?”
- Nerede oturuyoruz biliyor musun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.”

Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.


Altıncı gün dolmak üzereydi



Altıncı gün dolmak üzereydi
Ve Tanrı hala kadını yaratıyordu.
Bir melek çıkageldi.
Tanrı’ya;
- Ötekini, erkeği çok daha çabuk yaratmıştın, buna niye bunca zaman ayırıyorsun?
diye sordu.
Tanrı yanıt verdi:
- Çünkü buna çok değerli, çok farklı özellikler katıyorum.
dedi.
- Örneğin yüzlerce parçadan oluşturuyorum.
Ama yine bir bütün olmasını sağlıyorum.
Bu yarattığım bir çok çocuğa aynı anda sarılabilmeli,
Dünyanın her yerindeki çocukları kucaklayabilmeli.
Düşen bir çocuğun kanayan dizini de,
Yaralı bir yüreği de iyileştirebilmeli..
Melek sordu:
- Kaç eli, kaç kolu olacak?
- Sadece iki.
- İki el, iki kolla mı yapacak bu dediklerini…
- Hepsi bu değil…
Kendi yaralarını da kendi sarabilecek.
Ayrıca günde 18 saat çalışabilir durumda olacak…
Melek yaklaşıp kadına dokundu…
- Onu çok yumuşak yapmışsın.
- Yumuşak ama aynı zamanda çok güçlü.
Gücünü ve kaldırabileceklerini hayal bile edemezsin…
- Düşünmeyi de bilecek mi?
- Yalnızca düşünmeyi değil.
hem sağduyusunu kullanmayı,
Aklıyla ve yüreğiyle muhakeme etmeyi,
Hem de mücadele etmeyi,
Düşüncelerini savunmayı,
Sorun çözmeyi de biliyor…
Bunların yanı sıra, uzlaşmayı da biliyor…
Melek, kadının yanağına dokundu.
Eli ıslanınca bu nedir diye sordu.
Tanrı yanıtladı:
- Buna gözyaşı denir.
- Neye yarar?
- Kendini ifade etmeye yarar.
Acıyı, kuşkuyu, aşkı, yalnızlığı, onuru,
Ama aynı zamanda sevinci ifade etmesine yarar…
-Kadının kendini ifade biçimleri sonsuzdur:
o, sevinci, mutluluğu ve aşkı yakalayıp ,
Sımsıkı sarılmayı bilir…
Haykırmak istediği vakit susabilir;
Sustuğunda çığlığını duyurabilir;
Öfkelendiği vakit gülümseyebilir,
Ağlamak isteyince şarkı söyleyebilir,
Mutlu olunca ağlayabilir,
Korktuğu vakit gülebilir…
O inandığı doğrular için sonuna dek mücadele eder;
Haksızlığa karşı savaşır,
Çözüm yolunu biliyorsa,
‘Hayır’ yanıtını asla kabullenmez.
- Amma çok marifeti varmış!
- Arkadaşı doktora yalnız gitmesin diye ona refakat edendir.
Korkan birini gördüğünde,
‘Tut elimi korkma’ deyip,
Elini uzatandır…
Her düğün her doğum haberine mutlu olandır.
Tanıdığı ya da tanımadığı amma kendine yakın bildiği her ölüm haberine kalbi kırılandır.
Ama yine de yaşamı sürdürme gücünü kendinde bulandır…
Çocukları daha çok yesin diye ‘ben zaten toktum’ diyendir…
-Bir öpüş, bir sarılış, bir kucak açışla kırık,
Ya da yaralı bir yüreğin onarılacağını bilendir…
- Peki, bunun hiç mi eksiği ya da yanlışı yok?
- Hiç olmaz olur mu?
Var bir hatası:
" Ne kadar değerli olduğunu unutur... "


Atatürk, Dinlenmek İçin Gittiği İstanbul’daki Florya Köşkünde


"Atatürk,
Dinlenmek İçin Gittiği İstanbul’daki Florya Köşkünden, Yanında Yalnızca
Şoförü ile Küçükçekmece’ye doğru giderken Tarlasında Sabanla Çift Süren
Bir Çiftçi Görür. Çiftçinin Sabanında Koşulu Olan Öküzün Yanında,
Koşulu Bir de Merkep Vardır. Şoförüne;


— Arabayı Durdur, Der.

Arabadan İner. Tarlaya Doğru yürür. Çiftçi Kendisine Doğru Geleni
Görmüştür. Sabanında Koşulu Olan Öküzü ve Merkebi Durdurur. Atatürk,
Yanına Gelince,


— Kolay Gelsin Ağa, der.


— Sağolasın Bey! Hoşgeldin.

— Hoşbulduk Ağa. Yoldan Geçerken Dikkatimi Çekti. Öküzün Yanına Merkep
Koşmuşsun. Hiç Öküzün Yanına Merkep Koşulur mu? Bunlar Denk Değil.


Köylünün Canı Sıkkındır. Biraz da Alınmıştır. Bezgin Bir Ses Tonuyla,


— Merkeple Öküzün Yan Yana Koşulmayacağını Bilmiyom mu Sanıyon Bey. Sen Bunu Bana mı Söylüyon?


— Kime Söylemeliyim Ağa?


— Sen Bunu Git Vergi Memuruna Söyle.


— Vergi Memuruna mı?


— He ya! Bu Sene Ürünüm Kıt Oldu. Vergi Borcumu Ödeyemedim. Dört Gün
Önce Vergi Memurları Öküzün Eşini “Vergi Borcunu Karşılar” Diyerek Alıp
götürdüler. Sattılar. Benim Öküzün Eşi Sizin Gibi Beylerin Sofrasına Et,
Sucuk Oldu Bey.


Atatürk, Çok Sinirlenmiştir. Alışkanlığı Gereği Kızdığı Zaman Kaşlarını Çatmaktadır. Onun Bu Halini Gören Köylü,


— Bana Niye Kaş Çatıyon Bey. Yalan Söylediğimi mi Sanıyon? Sana Ne
Söylediysem Hepsi Doğru. Ben Küçükçekmece Köyündenim.Muhtara Sor
İstersen.
Atatürk,


— Neden Kaymakam Bey’e Gidip Durumu Anlatmadın Ağa?


— Gittim Bey.


Köylü Duraksamıştır. Bunu Anlayan Atatürk, Devam Eder.


— Kaymakam ne dedi?


— Git borcunu öde, dedi.


— Sen de Vali Bey’in yanına gitseydin.
Köylü Atatürk’ü bir müddet süzer. Atatürk, konuşmadan dinlemektedir. Köylü konuşmaya devam eder.


— Sen hiç Vali’nin yanına gitmemişsin bey. Halından belli oluyor.


— Halimden belli mi oluyor?


— He ya! Hem gitseydin bilirdin.

— Neyi bilirdim?


— Kapıdaki Jandırmaların adamı içeri koymadığını, bey.
Atatürk,


— Başvekil İsmet Paşa’ya telgraf çekip, durumunu niye izah etmedin?, diye sorar.
Köylü gülümseyerek,


— İnsanı güldürme bey. Başvekilin kulağı sağır, duymaz diyola, der.


Atatürk, kızmıştır.


— Peki! Gazi Paşa’ya niye telgraf çekmedin?,diye sorar.


— O’nunda bir gözü kör, görmez diyola. Hem, sen zenginsin. Tomofilin bile var. Bunları heç duymadın mı?


Atatürk, cüzdanından elli lira çıkarır.


— Bunu kabul et ağa. ĎÖküzün yanına bir eş alırsın, der.

Elleri titreyen köylünün, elini sıkar. Yanından ayrılır. Hızlı
adımlarla arabasına doğru yürür. Florya köşküne döner. Başbakan İsmet
Paşa’ya şu telgrafı çeker.


—“ Derhal Heyeti Vekileyi (Bakanlar Kurulu’nu) topla, İstanbul’a gel.”

Başbakan başkanlığında Bakanlar Kurulu Florya köşküne gelirler.
Atatürk, şoförünü köylüyü alıp gelmesi için yollamıştır. Arabanın içinde
sıra sıra dizilmiş Jandarmaların arasından Florya Köşküne gelen köylü
“Eyvah ben ne yaptım” diye için için dövünmektedir. Kendisini kapıda
karşılayan şık giyimli bir beyefendi nazik bir sesle “ beni takip edin
efendim” deyince içi biraz ferahlasa da çok korkmuştur. Adamı takip
ederek büyük bir toplantı salonuna girerler. Salon kalabalıktır. Ortada
büyük bir masa, etrafında sandalyelere oturmuş şık giyimli insanlar ile
ayakta duran iki kişi daha vardır. Gözleri karamış, ayakları bedenini
taşımakta zorlanmaktadır. Heyecandan kalbi fırlayacak gibidir. Tanıdık
bir ses duyar.


— Hoşgeldin ağa. Gel yerin burada.
Diyen
Atatürk, sağ tarafında, yanında ayırdığı boş sandalyeyi eliyle işaret
etmektedir. Köylü, zorlanarak yürür ve yığılırcasına sandalyeye oturur.
Durumunu anlayan Atatürk,


— Sakin ol ağa. Korkacak hiç bir şey yok.


— Sağol bey! Sağol.


Köylünün soluklanmasını ve rahatlamasını bekleyen Atatürk, bir müddet sonra,


— Seni buraya niye çağırdım biliyor musun ağa?
— Hayır bey, bilmiyom.


— Dün bana anlattıklarını, bu gün burada anlatmanı istiyorum. Ama; bir
tek kelimesini dahi atlamadan, eksiksiz olarak anlatmanı istiyorum.
Haydi başla, seni dinliyoruz.
Köylü başından geçenleri bir bir
anlatır. Daha önce söylediklerinin eksik olanlarını Atatürk, tamamlar.
Köylünün konuşması bitince Atatürk, masada oturanları tek tek tanıtır.
Kendisinin de Gazi olduğunu söyler. Sonra ayağa kalkar. Elini masaya
sertçe vurarak, öfkeli bir sesle;


— Beyler, ben çiftçinin
koşumluk hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tohumluk
buğdayını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tarım aletini,
sağımlık hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ankara’ya dönecek ve bu
işi hemen halledeceksiniz.


Bu olaydan sonra aşağıdaki kanun bir gecede hazırlanıp yasalaştırılmıştır.


İcra İflas Kanunu Madde 82/4.: Borçlu çiftçi ise, kendisinin ve
ailesinin geçimi için zorunlu olan arazi ve çift hayvanları ve nakil
vasıtaları ve diğer teferruatı ve tarım aletleri haczedilemez..."


Bakalım kaç kişi sonuna kadar okuyup paylaş tuşuna basacak?

Eski Yunan ile Roma


Eski
Yunan ile Roma döneminde kadına bakış ile Arapların kadına bakışı
arasında hiçbir fark yoktu. Kadın hep bir zevk unsuru, köle, cariye,
hizmetçi olarak görülmüştü. Hatta Avrat-Avret kelimesi bile saklanılması
gereken eşya-cinsel organ anlamına geliyordu. Eski Çin'de de durum
farklı değildi; hizmetçi olarak görülen kadınlara isim bile verilmez,
kadın bir, kadın iki, kadın 3 diye sayılırdı. Tanıklığı da kabul
edilmezdi. Ortaçağda kadın bilgelik yolunu seçmişse, vay haline; cadı
diye avlanırdı. Fakat yalnızca Türkler kadını bereket sembolü, yerin ve
göğün evladı olarak görmüştür. Katunun rızası ve imzası olmadan Kağanın
yaptığı anlaşma bile geçerli sayılmıyordu. Çin ile ilk anlaşmayı, Mete
Han'ın hatunu yaparken; Avrupa Hun Türklerinde resmi görüşmeleri
Attila'nın hatunu yapıyordu. Türk mitolojisinde ise kadın artık
tanrısallaşmıştır. Yaradılış destanında Ak Ana, sudan yaratma fikrini
Ülgen'e verirken, en meşhur figürlerden Umay Ana Orhun Yazıtlarında bile
yer almış. Nitekim yazıtlarda ''Umay gibi, annem hatunun şerefine küçük
kardeşime Kül Tigin adı verildi. Babam İlteriş kağan, anam İlbilge
hatunu Tengri yukarıdan idare ederek yükseltmiş.'' demektedir. Yine Türk
mitolojisinde Asena yol gösteri tanrıçayken, Ötügen ise toprak anaya
verilen isimlerden biridir. Dikkat edileceği üzere Türkler mezarlıkları
düz değil, yükseltilmiş ve yuvarlatılmış şekilde yapıyor. Bunun sebebi,
Türklerin yeniden doğuşa inanıyor olmasından ötürü mezarlıkları hamile
bir kadının karnına benzeterek, toprağın bir ana gibi tekrar insanı
doğuracak olmasına inanmasıdır. Türklerde kadın bu kadar kutsal bir
noktadayken, son 1000 yıl boyunca Türk kadınının resmi hakkı alınmış,
sosyal hayatı kısıtlanmış, eve kapatılmış, tanıklığı bile kalmamıştır.
Tüm bu hakikatleri, tüm bu tarihi gerçekleri tarihin en kanlı
savaşlarında bile bulduğu ilk fırsatta okumaktan geri durmamış bir adam,
1000 yıl sonra ilk defa ''Kadınların üzerindeki bütün baskıyı
kaldıracağım.'' dedi. Bunu dedi çünkü kadınların üretime katılmasıyla
devletin kârlı çıkacağını biliyordu. Kadınların üzerinden bütün baskıyı
kaldırmakla medeniyetin yeniden doğacağını biliyordu; çünkü kadın
medeniyet demekti. Bütün baskılar kaldırıldı. Kadına giyim kuşam
özgürlüğü verdi. Kadını üretime kattı. Kadına bir soyadı verdi. Ona
tanıklık hakkı vermekle kalmadı, onu avukat yaptı, hakim yaptı. Kadını
toplumlara öğretmen yaptı. 1000 yıl sonra tek bir adam bunu yaptı.





-Ertürk Özel-