İstanbul’da vatani görevimi yapıyordum.
Şimdiki Atatürk havalimanının adı o zaman Yeşilköy Havalimanıydı.
Benim görevim ise Yurtdışı dışı hatları giden-gelen yolcu VİP salonunda Jandarma Koruma ve Kontrol Komutanlığı...
(Şimdi bu kurum kaldırılmıştır. )
VİP salonu denen yerden sadece devlet adamları, siyasetciler, siyasetcilere yakın işadamları ve sanatçılar geçiş yaparlar.
(Halkın geçiş yaptığı yer ayrıdır.)
Bir gün oldukca esmer, ince dalan, cılız, fizik itibariyle karakuru (çirkin demek bana göre bir kavram değil) bir kadın Lufthansa havayolları uçağından inmiş ve VİP salonundan Türkiye’ye giriş yapıyor...
Yurtdışından gelen bu kadının valizlerinin sayı itibariyle çok ve ağır olması bizim askerin dikkatini çekmiş.
Asker valizleri açmak istiyor, kadın ise sessiz ve tepkisiz duruyordu.
Valizleri taşıyan korumaları olan erkekler ise askere valizleri açtırmak istemiyordu. Asker ile korumalar arasında sanki bir arbede yaşanacak gibiydi... Müdahale ettim.
Askeri yanıma çağırdım ve askerimle aramızda şu konuşmalar geçti;
-Asker?
-Emret komutanım!
-Kimin bu valizler ?
-Aha şu Romenin komutanım.
Kadının yanına vardım... ve;
- Merhaba
Öyle bir ipeksi sesle cevap verdi ki; yok böyle bir ses tonu. Şahane bir kadın sesi...
-Merhaba, iyi nöbetler komutanım.
-Pasaportunuz lütfen?
Çıkarttı verdi.
Açtım ki ne göreyim, Atatürk’ün sanatçısı Safiye AYLA... (Safiye AYLA 1907 İstanbul doğumlu, 1998 de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Mekanı cennet olsun bu Atatürk kadınının.)
Askeri yanıma çağırdım ve sordum,
-Bu hanfendinin pasaportuna baktın mı asker? Kim biliyormusun?
-Baktım komutanım, ama tanımıyorum...
-Asker?
-Emret komutanın.
Şimdi bu VİP salonundan Atatürk’ün manevi kızı Ülkü geçseydi, valizini açıp bakar mıydın?
-Asla bakmazdım komutanım.
Bu hanfenfendi Atatürk’ün sanatçısı ,"Atatürk Kadını" Sayın Safiye AYLA, deyince askerin boynu büküldü.
Safiye AYLA’nın da gözleri buğulandı....
Asker valizleri açmadı ve kendi eli ile taşıdı.
Safiye AYLA bana bir adres verdi ve;
-Her ikimizin de müsait olduğu bir zamanda bir kahve içimi misafirim olur musunuz komutanım?
-Hafif başımı eğip, gözkapaklarımı kırparak gülümser bir ifadeyle kabul ettim.
Bir gün nasip oldu ve gittim adrese...
Aslında adres çok açıktı, herkesin bilebileceği İSTANBUL RADYOEVİ.
Sordum görevliye...
Bu ne tesadüf, şimdi gelir, az bekleteceğim sizi, dedi ve beni bir salona aldı.
Kısa bir süre sonra bizim halkın "çirkin" dediği Safiye Sultan kapıdan içeri girdi.
Beni görür görmez tanıdı, gözlerinin içi parlıyordu, içinin güzelliği dışına vurmuş, o karakuru kadının sanki...
Selamlaştık.
Safiye hanım görevliye programını bir saat ertelediğini söyledi ve Radyoevinin karşısında bir eve gittik. Kendi eviymiş meğerse.
-Kahvenizi nasıl olsun komutanım?
-Orta şekerli
-Ben hep acı içerim de... Dedi.
Kendi elleriyle kahve yaptı
Tepsinin içinde iki farklı fincan ve iki su bardağı vardı. Birisi normal beyaz bir fincan, diğeri ise işlenmiş nakışlı...
Gözüm etrafı sarı nakışlı fincana takılmıştı, o ara Safiye AYLA hanım, sadece şunu söyledi
-Farklı değil mi?
-Evet.
-Sarı nakışlı olan şu Atatürkün hediyesi, bu fincandan kahve içti, fincanın bir eşi de kendi eşyaları arasında... Çok nazik bir adamdı, "Bana çirkin olduğumu, hiç belli etmedi. Ben çirkin bir kadınım ama; Atatürk’e perde arkasından şarkı söylediğim doğru değil" dedi.
-Çok duygulandım Safiye hanım.
-Atatürk kadınlara çok çok önem verirdi komutanım.
- Nakışlı fincanı işaret edip; Buyurun efendim, şu fincan sizin; diyerek kahvemi içmemi söyleydiğinde nutkum durdu...
-Estağfurullah efendim, diyerek beyaz fincanın kulpunu tuttum. (Utandım)
-Ben acı içerim o sizin orta şekerli dedi.
Sarı nakışlı fincana uzanırken içimdeki titreme elime yansıdı.
Duygulandığım zaman avuç içlerim terler benim, su gibi olur.
-Aaaa.. afedersiniz, bir dakika sizin karanfiller solmadan vazoyu koyayım dedi ve teşekkür etti.
-Bana Atatürk’ten bahseder misiniz dedim.
Gülümsedi.
Ve evinin bir odasını gösterdi. Gördüğüm manzara aynen şu; ATATÜRK KÜTÜPHANESİ...
-"Hangi birini anlatayım komutanım, ama NUTUK okuyun yeter." Dedi
Sonra da siyah-beyaz albümlere baktık kısa bir süre...
Atatürk ve kadınlar...
Kadınların hepsi o kadar şık ve medeni bir kıyafet içindeydi ki; şu devirde bile öyle ne şık, zarif kıyafet var, ne de kadın...
Soru geldi Safiye AYLA hanımdan...
-Bu kadınlar arasında hangisi benim?
-Parmağımla tek tek işaret ettim ve her gösterdiğime;
-Evettt. dercesine başını salladı.
-Nasıl tahmin ettiniz, en çirkini mi seçtiniz?
-Her resimde sizi sağına almış... dedim.
- O da benim solumda yaşıyor... dedi.
Sarıldı, öptü ve; Vedalaştık.
O günden sonra beynimde yer eden bişey şudur; güzellik göreceli, "Çirkin kadın yoktur"
"GÜZEL İNSAN" olmak vardır.
Nasıl ve nereye baktığınıza, neyi görüp, neyi göremediğinize bağlıdır güzellik...
Kadının; Modern kıyafet, zarafet, nezaket, kültür ve medeniyet ile yine kadının kendi özüne gösterdiği saygınlığı ile "iç güzelliğinin" dışa vurması güzelliğin bir başka ifadesi değil mi?
Hani bir laf vardı ya; "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" diye...
Ne demiştim ilk başta;
Yıl:........ ... 1977....
Şu an:...... 2020...
İşte tam; 43 yıl geçti...
Merhume "GÜZEL İNSAN " Safiye AYLA hanfendiyi, rahmet ve saygıyla anıyor, mekânı cennet olsun, ışıklar içinde yatsın diyorum.
Kul Figani ( Erdem GÜMÜŞ)
(Şimdi bu kurum kaldırılmıştır. )
VİP salonu denen yerden sadece devlet adamları, siyasetciler, siyasetcilere yakın işadamları ve sanatçılar geçiş yaparlar.
(Halkın geçiş yaptığı yer ayrıdır.)
Bir gün oldukca esmer, ince dalan, cılız, fizik itibariyle karakuru (çirkin demek bana göre bir kavram değil) bir kadın Lufthansa havayolları uçağından inmiş ve VİP salonundan Türkiye’ye giriş yapıyor...
Yurtdışından gelen bu kadının valizlerinin sayı itibariyle çok ve ağır olması bizim askerin dikkatini çekmiş.
Asker valizleri açmak istiyor, kadın ise sessiz ve tepkisiz duruyordu.
Valizleri taşıyan korumaları olan erkekler ise askere valizleri açtırmak istemiyordu. Asker ile korumalar arasında sanki bir arbede yaşanacak gibiydi... Müdahale ettim.
Askeri yanıma çağırdım ve askerimle aramızda şu konuşmalar geçti;
-Asker?
-Emret komutanım!
-Kimin bu valizler ?
-Aha şu Romenin komutanım.
Kadının yanına vardım... ve;
- Merhaba
Öyle bir ipeksi sesle cevap verdi ki; yok böyle bir ses tonu. Şahane bir kadın sesi...
-Merhaba, iyi nöbetler komutanım.
-Pasaportunuz lütfen?
Çıkarttı verdi.
Açtım ki ne göreyim, Atatürk’ün sanatçısı Safiye AYLA... (Safiye AYLA 1907 İstanbul doğumlu, 1998 de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Mekanı cennet olsun bu Atatürk kadınının.)
Askeri yanıma çağırdım ve sordum,
-Bu hanfendinin pasaportuna baktın mı asker? Kim biliyormusun?
-Baktım komutanım, ama tanımıyorum...
-Asker?
-Emret komutanın.
Şimdi bu VİP salonundan Atatürk’ün manevi kızı Ülkü geçseydi, valizini açıp bakar mıydın?
-Asla bakmazdım komutanım.
Bu hanfenfendi Atatürk’ün sanatçısı ,"Atatürk Kadını" Sayın Safiye AYLA, deyince askerin boynu büküldü.
Safiye AYLA’nın da gözleri buğulandı....
Asker valizleri açmadı ve kendi eli ile taşıdı.
Safiye AYLA bana bir adres verdi ve;
-Her ikimizin de müsait olduğu bir zamanda bir kahve içimi misafirim olur musunuz komutanım?
-Hafif başımı eğip, gözkapaklarımı kırparak gülümser bir ifadeyle kabul ettim.
Bir gün nasip oldu ve gittim adrese...
Aslında adres çok açıktı, herkesin bilebileceği İSTANBUL RADYOEVİ.
Sordum görevliye...
Bu ne tesadüf, şimdi gelir, az bekleteceğim sizi, dedi ve beni bir salona aldı.
Kısa bir süre sonra bizim halkın "çirkin" dediği Safiye Sultan kapıdan içeri girdi.
Beni görür görmez tanıdı, gözlerinin içi parlıyordu, içinin güzelliği dışına vurmuş, o karakuru kadının sanki...
Selamlaştık.
Safiye hanım görevliye programını bir saat ertelediğini söyledi ve Radyoevinin karşısında bir eve gittik. Kendi eviymiş meğerse.
-Kahvenizi nasıl olsun komutanım?
-Orta şekerli
-Ben hep acı içerim de... Dedi.
Kendi elleriyle kahve yaptı
Tepsinin içinde iki farklı fincan ve iki su bardağı vardı. Birisi normal beyaz bir fincan, diğeri ise işlenmiş nakışlı...
Gözüm etrafı sarı nakışlı fincana takılmıştı, o ara Safiye AYLA hanım, sadece şunu söyledi
-Farklı değil mi?
-Evet.
-Sarı nakışlı olan şu Atatürkün hediyesi, bu fincandan kahve içti, fincanın bir eşi de kendi eşyaları arasında... Çok nazik bir adamdı, "Bana çirkin olduğumu, hiç belli etmedi. Ben çirkin bir kadınım ama; Atatürk’e perde arkasından şarkı söylediğim doğru değil" dedi.
-Çok duygulandım Safiye hanım.
-Atatürk kadınlara çok çok önem verirdi komutanım.
- Nakışlı fincanı işaret edip; Buyurun efendim, şu fincan sizin; diyerek kahvemi içmemi söyleydiğinde nutkum durdu...
-Estağfurullah efendim, diyerek beyaz fincanın kulpunu tuttum. (Utandım)
-Ben acı içerim o sizin orta şekerli dedi.
Sarı nakışlı fincana uzanırken içimdeki titreme elime yansıdı.
Duygulandığım zaman avuç içlerim terler benim, su gibi olur.
-Aaaa.. afedersiniz, bir dakika sizin karanfiller solmadan vazoyu koyayım dedi ve teşekkür etti.
-Bana Atatürk’ten bahseder misiniz dedim.
Gülümsedi.
Ve evinin bir odasını gösterdi. Gördüğüm manzara aynen şu; ATATÜRK KÜTÜPHANESİ...
-"Hangi birini anlatayım komutanım, ama NUTUK okuyun yeter." Dedi
Sonra da siyah-beyaz albümlere baktık kısa bir süre...
Atatürk ve kadınlar...
Kadınların hepsi o kadar şık ve medeni bir kıyafet içindeydi ki; şu devirde bile öyle ne şık, zarif kıyafet var, ne de kadın...
Soru geldi Safiye AYLA hanımdan...
-Bu kadınlar arasında hangisi benim?
-Parmağımla tek tek işaret ettim ve her gösterdiğime;
-Evettt. dercesine başını salladı.
-Nasıl tahmin ettiniz, en çirkini mi seçtiniz?
-Her resimde sizi sağına almış... dedim.
- O da benim solumda yaşıyor... dedi.
Sarıldı, öptü ve; Vedalaştık.
O günden sonra beynimde yer eden bişey şudur; güzellik göreceli, "Çirkin kadın yoktur"
"GÜZEL İNSAN" olmak vardır.
Nasıl ve nereye baktığınıza, neyi görüp, neyi göremediğinize bağlıdır güzellik...
Kadının; Modern kıyafet, zarafet, nezaket, kültür ve medeniyet ile yine kadının kendi özüne gösterdiği saygınlığı ile "iç güzelliğinin" dışa vurması güzelliğin bir başka ifadesi değil mi?
Hani bir laf vardı ya; "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" diye...
Ne demiştim ilk başta;
Yıl:........ ... 1977....
Şu an:...... 2020...
İşte tam; 43 yıl geçti...
Merhume "GÜZEL İNSAN " Safiye AYLA hanfendiyi, rahmet ve saygıyla anıyor, mekânı cennet olsun, ışıklar içinde yatsın diyorum.
Kul Figani ( Erdem GÜMÜŞ)