Gülmeden geçirilen bir gün yaşanmamış sayılır der Fransız atasözü.
Toplum içinde yaşadığımız için, elbette güleceğiz, eğleneceğiz. Günümüzü
güzel geçirmeye çalışacağız. Ruh ve beden sağlığı yerinde olan
insanlar, dengeli neşeli, karşıdaki insanları kırmadan dökmeden, ironi
yapabilir, kinayeli konuşmalar olabilir. İnce ince Yasemince cinsinde
alayımsı tebessümlü esprilerde yapılabilir. Espri yapmak bir zekâ
işidir. Ama karşıdaki insanın kültürü atmosferi, kişiliği de göz önüne
alınmalıdır. Her gün aynı yaşayan bütün ömrünü bir gün yaşamış gibi
olur.
Arkadaşla sohbet ve muhabbetlerinde bencilliğe yer yok. Hep ben
konuşayım, karşısı dinlesin.
- Ne olursunuz dostlar hanımın beni evde konuşturmuyor. Hiç olmazsa
burada kendime zaman buluyorum, fazla konuşayım. Ama bugünlerde moralim
çok bozuk, bol bol espri şaka konuşuruz, deşarj olurum.
- Diyemeyiz.
Madem demokratik bir ortamdayız. Kaç kişi isek zamanı bölerek hepimiz
eşit şartlarda düşüncelerimizi, fikirlerimizi söyleye biliriz.
Dinlemesini bilmekte bir erdemdir. İnsan konuştukça ne bildiğini söyler,
dinledikçe de bilmediğini öğrenir. Bazıları da ne kadarda güzel
konuşur. Konuşma kurallarını bilir. Ses tonunu ayarlar. Sanki
karşısındaki insanın ruhuna hitap ediyormuşçasına konuşur.
- Deriz ki hep o konuşsa da bizler hep dinlesek!
- Denk bejler böyle değil mi?
Nasılda ballandıra ballandıra masal anlatırlar. Masalları anlattıkça
insanlar, gerçek üstü, masalımsı düşüncelere dalarlar. Sonrada gerçek
düşünce ve davranışlara yönelir.
- Hayatın bazı bölümleri de böyle değil mi?
Zaman zaman olmadık şeyleri düşünür, garip hallere dalarız. Ama hayat
böyle değil hayatın provası yok. Bazı zamanlarda saniye içinde karar
vermemiz gerekiyor. Araba kullanırken nasıl Saliselerin değeri var. O an
kafanız başka yerde olursa, kaza yapmamanız imkânsız.
- Bu kadar lafı neye söyledik ki...
Demek istiyoruz ki şaka yapmakta Entelektüel boyut ister, kültür ister,
insan psikolojisinin ruh hallerini bilmek ister. Ortamın atmosferin
olgun olması gerekir. Bazı insanlara bakın, el şakası yapmayı çok sever.
El şakalarını boyutu ayarlamak gerekir. Uçurum kenarında sırf gülmek
için el şakası yapmak pek te akıllı işi değildir. Ölümlere sebep
yaratmamalıdır. Avam kültüründe el şakası yapmak geçerli, çünkü her
hareketini beden dili ile yapmayı sever. Beden dilini gücü yüksektir.
Bir bakışı bir tarzı çok şeyi ifade eder. Hep diyoruz dil kırmızıdır.
Sağa sola döner yalanda söyler. Ama beden dili yalanı bilmez. Batı
toplumları, kültürlü toplumlar, konuşma dili çok kuvvetli, edebiyatı
kuvvetli, konuşmaları insana zevk ve neşe verir. Belki de birkaç dil
bilindiğinde fazla memleket dolaştığında insanın bilgi ve görgüsü artar,
anlatacakları çok şekilde anlatır, dilin çok şekli vardır. Onun için
diyoruz ki kültürlü toplumlarda latifeler şakalar, espriler, ironiler,
alaylar, belirli bir atmosfer içinde geçer. Film şeridi gibi tadına
doyum olmaz.
Komedi sanatçılarına bakın, anlattıkları şeylere önce ortamını yavaş
yavaş hazırlar, tam kıvamına geldikten sonra da peş peşe esprileri
sıralarlar. Çünkü seyircinin kıvamını yakalamıştır artık. Önemli olan
kişinin ve ortamın hazır olması. Komedi sanatların en zorudur. Onun için
komedi sanatçıları yapacakları komediyi ayna karşısında en az kırk defa
tekrarlar.
Konferans konuşmacıları, kürsüye çıkana kadar konuşmalarını, önceden beş
altı kez tekrarlar, hazırlar sıraya koyar ve kurgular. Hangi bölümde
beden dilini devreye sokacağını, nerde ses tonunu ayarlayacağını, ciddi
konuları anlatırken seyircinin dikkatini kendine çekmesi için nereye
espri yerleştireceğini çok iyi bilir. Çünkü konusuna hâkimdir. Bir
konferans verebilmek için uzun süre çalışma yapmıştır.
Komedi sanatçıları her gün bütün gazeteleri okurlar, bol bol kitap
okurlar, basını takip ederler, sonra da esprileri hazırlarlar. Bazı
sanatçılar devamlı minibüslerde, otobüslerde, uçakta, alışveriş
merkezlerinde gözlemler yaparak, gerçek insan yüzlerini komediye
dökerler ve bu yöntem, çok işe yarar. Zaten espri yapan insanlara bakın
genelde toplumu çok iyi gözlemleyenlerdir. Böyle insanlar bir anlamda
toplumun psikologlarıdır. İnsanlar boşuna sirklere gidip hayvanların
hareketlerini, palyaçoların komikliklerini izlemez ki.
Maraş insanı sevgi doludur. Gülmeyi sevdiği gibi, güldürmeyi daha çok
sever. Doğanın gücü aşkı, insanları adeta sevgiye davet eder. Yörenin
balkon sefaları meşhurdur. Gün boyu yaz ayların da yanar yer gök.
Evimizin balkonu, serin mi serin. Püfür püfür Kartalkaya barajından
esintiler gelir. Kavaklar genç kızlar gibi nazlı nazlı sallanır.
Akasyaların kokusu, komşu bahçesinden güllerin kokusu, balkona doğru
yükselir. Elimizi uzatınca dut dallarını tutar, serçeler nasiplerini
alırken, bizde avuç avuç dut yeriz. İncir ağaçları sanki gönül koyar
gibi, benim zamanım geldiğinde benimde tadıma bakın der, rüzgârda
sallanır durur.
- Ağız yemeğince yüz gülmez ki
Akşam yemeklerini tadı bir başkadır. Fırında kuzu tava yapılmış,
lahmacunlar sıra sıra bekliyor. Köpüklü ayranlar, ayranım ayranım ekşi
ayranım türküsünü söylüyor. Diyarbakır karpuzu sıra bana geldiğinde
yemezseniz gönlüm kalır diyor. Espriler takılmalar şakalar gırla
gidiyor. Yine de bizim toplumda okumuş, güngörmüş, yaşamında tecrübeli, o
zamanların konuşmaları dinlemek, biraz da hasretliği gidermek ne
güzel... Şakalar gülüşmeler peş peşe gelir.
Ama dut ağacının yaprakları radyo teybi gibi sanki kayıt yapıyor
gibidir. Birkaç gün sonra hakkında konuşulan her şeyi sergilemeye
başlıyor. Ne derseniz deyin laf sahibini buluyor. Ok gibi saplar, acıdan
kıvranarak sizde benim hakkımda konuştunuz der.
- Canım ne olacak gizlimiz saklımız yok. Biraz, espri katarak
anlatıyoruz.
- Sonra o kadar da deli kanlı değiliz, insanların yüzüne söyleyecek
kadar.
Her ne kadar söylüyor olsak ta yüze karşı, arkadan lafların kadevesi
oluyor. Ne de güzel oluyor olsa develer, esprileri develere yükle
gitsin.
Espriler şakalar gırla giderken herkes birbirine nazı oranında
takılıyor.
Her düşünce fikir, söylediğin ortam dost ortamıdır.
Uzakta olunca, memleket özlemlerim artıyor. Çok sıkılmıştım, üzüntülerim
olmuştu. Memlekete gider, dost ortamında moral bulur, kendime gelirim
dedim. Kafamın kontağı bozulmuş, çalışmıyor. Tahtaları eksilmiş.
Diğerleri de, üstüme bastırınca, gıcır gıcır ses çıkarıyordum. Beynim
aklım değişmişti. Ruhum bedenim kendini moralsiz hissettiğinde en iyi
doktor memleketimin havasıdır, dost topluluğudur. Ruh hastalıkları da
tavsiye ediyor.
Yurt dışında bunalım geçirenlerin, normal yaşadığı ortamda olması
gerekir, o zaman sağlığına kavuşur diyorlar. Yurtdışında kendini ayrı
ortamda hisseden insan bunalım geçirmesinde ne yapsın.
Doktor tavsiyesi
- Memlekete gideyim özlemlerim bitsin sıkıntım geçer derler.
Bende, ekonomik kriz içindeyim. Türkiye’de çok büyük kriz var 99- 2001,
ona rağmen kız kardeşimle anneme hiç mağdur etmedim. Paramız bitti
dediklerinde yine bankadan faizle para alıp yolluyordum. Memlekete
yollandım. Baktım kız kardeşim Süreyya’nın sağ elin bileğinde bilezikler
şık şık edip duruyor. Kardeşim kendini garantiye almış, evlenme yaşım
geldi kısmetim çıkmıyor diye, üzülüyordu. Bu üzüntü ile de altın alarak,
bilezik takarak gideriyordu. Durumumu anlatıyordum ama o sanki doğru
söylemiyormuşum gibi sanıyor, çok param varmış gibi beni,
Vehbi Koç olarak görüyordu, bende gönderiyordum. Yemek yedikten sonra
aklım başıma geldi, servis yapan kardeşimin kolları şıngır şıngır, altın
sesini duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Ben krizden kıvrandıkça o
tepemde altın bilezikleri ile Kemal abi şık şık deyip hava atıyor. Ne
yapacağımı şaşırdım.
- Dedim ki, anam babam vicdanlı insanlardı, her halde bunu aceleye
getirmişler, içine vicdan koymayı unutmuşlar, kazaya gelmiş herhalde...
Anneme niye bu kadar çocuk oldu dediğimde,
Her seferin de;
- Kaza oldu oğlum deyip duruyor.
Bir seferin de yine böyle çok sıkılmıştım. Yine memlekete gidip
rahatlamak istedim. Ocak Şubat ayları idi.
Kardeşim bana
- Kemal abi, buralar kar kış fırtına bora zaten, çoğu yerlerde yollar
kapanmış. Bizim harçlık paralarını yolla, senin gelmene gerek yok dedi.
Çok moralim bozulmuştu. Bunlar beni döviz yumurtlayan tavuklara
benzetiyorlardı. Demek ki tavuk kadar aklım kalmamıştı. Bu kadar bunaltı
içinde
- Ey Allah’ım! Ben herkesin Allah’ı zannediyorken, ama sanki maalesef
bazılarını daha fazla kolluyorsun. Demekten başka bir şeyim kalmamıştı.
Temmuz Ağustos ayı oldu, memleketin en sıcak zamanı yine memlekete
gideyim dedim. Kardeşim;
- Kemal abi buralar yanıyor, su yok, barajda kurudu. Dışarıda insanlar
baygınlık geçiriyor, dışarıya çıkmıyorlar. + 40 dereceyi geçiyor. Sende
yaşlısın sıcağa dayanamazsın, her taraf sivrisinekten geçilmiyor, sende
ne kadar kan var ki hepsini emecekler, kansız kalırsın. Sen para gönder
gelmene gerek yok dedi.
Bende;
- Paralı geliyorum canım, bol bol karpuz, kavun, üzüm yemeği,
memleketimin kebaplarını, lahmacunlarını, tavalarını özledim. Öleceğimi
bilsem bile geleceğim dedim.
Hiç olmazsa öbür dünyaya tok giderim. Hele bu yemekleri yedikten sonra
birde üstüne Maraş dondurması yemek cana can katar dedim.
Memlekete gittim. Köylük yerlerde doğa ile birleşiyor insan. Keçiler
koyunlar, evin koruyucusu bekçi köpeği, börtü böcek, dut ağaçlarında
ötüşen mutlu serçeler, kargalar, yeşillikler içinde bir cennet köşesi.
İçime huzur dolmuş, bir mutluluk gelmişti. Balkon sefamız, barajdan da
rüzgâr püfür püfür esiyor. Sofra kuruldu. Herkesin neşesi yerinde gırgır
şamata espriler yapılıyor. Baktım istihbarat elemanları kertenkeleler,
böcekler, akrepler, yılanlar dolaşıyor.
Kız kardeşime;
- Burası hayvanat bahçesi mi dedim
O da;
- S.kt.r ol git beğenmiyorsan dedi. Odunları içerde bulunduruyoruz.
Kışın soba ve banyo yakmak için, onlar gelirken beraber gelmiş dedi.
Bende korkumdan sus pus oldum. Sessizce;
- Epey karıncada varmış dedim
Erkek kardeşim;
- Karıncaların zararı yok, bırak kardeş kardeş yaşayalım dedi.
Kertenkeleler yanan ampulün yanında, tavanda dans ediyorlar. Belki
onlardan birkaç dans figürü öğreniriz diye düşündüm. Tavanda nasıl dans
edilecekse artık o saatten sonra herkes saçmalıyor. Saçmalamakta bir
ihtiyaç, çünkü insan rahatlıyor. Her zaman ciddi ciddi konuşmak insanı
yoruyor. Hayat hep matematik, fizik, cebir, kimya, trigonometri, değil
ki...
Çok ta bilgili oldu mu insan, bazen bilgiler isyan ettiriyor.
- Onun için, bilgiler yalnız rahat rahat oturun. Ne olursun ben,
saçmalamak istiyorum.
Fen kitabı;
- Müsaade senin dedi.
Yazın memlekete akın akın dünyanın her yerinden gurbetçiler gelir.
Memleketini özlemiştir. Baba hastadır, doktora götür, kızı evlendir,
oğlanı evlendir, yeğenlerin düğünü vardır. Bazıları da yalnız gelmek
zorunda kalmıştır. Çünkü orada da bir hayatları vardır. Okulları işleri
vs.
Komşumuz, Zeyno’da annesi Ayşe’nin bakıcısı olmayınca doktora götürmek
için gelmiş.
Çok çalışmaktan da boyun fıtığı olmuş. İki sene de bir geldiği evini
görüp, tozunu toprağını alayım diyor. Bir taraftan da bizim
muhabbetimizi kaçırmıyor. Beni de iri yarılığımdan, kocasına benzetmiş
olacak ki, araya da biraz zaman girmiş olacak ki ister istemez özlem de
oluşmuş olsa gerek. Ben fıkraları arka arkaya sıraladıkça;
- Çok şakacısın Kemal abi küttt küttt, diye omuzuma kollarıma yumrukları
peş peşe sıralıyor.
Bu şaka mı yoksa kocasına duyduğu özlemi mi dile getiriyor, anlamadım.
Hem dövüyor gibi bir taraftan da seviyor gibi. Ben böyle bir sevme
sistemi görmedim. Kız kardeşimi anlattıkça yumruklar çok daha şiddetle
iniyor
- Çok şakacısın Kemal abi kütt kütt...
Epey yumruk yedikten sonra, yurt dışından Süreyya ya koca olacak adaydan
bahsettim, biraz yaşı var dedim. Ama onu çalıştıracağını da söylüyor.
- Aman canım, yurt dışında herkes çalışıyor dedim.
Süreyya diyor ki;
- Ona söyleyin, 40 yaşına kadar kardeşlerim bana gül gibi baktı, şimdi
de bir 40 yıl sen bakacaksın moruk, diye bileklerini şıngırta ta
şıngırta ta, cevap veriyor. Zeyno da o an bant koptu. Yumruklar arka
arkaya geliyor.
- Çok şakacısın Kemal abi küttt...
Sağ yanım çöktü. Biraz dışarı çıkıp nefesleneyim dedim gazinoya doğru
yol aldım. Yediğim yumruklardan yamuk yumuk yürüyerek gazinodan içeriye
girdim. Baktım ilerde ki masalar boş, yan tarafta anne kız oturmuş bir
şeyler yiyor içiyor sohbet ediyorlar.
Yan taraflarındaki masaya oturdum. Kız ağlamaklı bir ses tonu ile
annesine dert yanıyordu. Annesi de, çok üzülmüş ki sıkıntıdan dudakları
kurumuştu.
Kulak misafiri oldum. İçimde çok acımıştı.
Kız kayınvalidesinden dert yanıyordu. Kızın ailesinden para istiyordu.
- Evlenirken Bir şey yapmadılar çeyizliğini versinler diyordu. Yoksa
baba evine dönersin
Annesi;
- Bir emekli maaşı ile ne verelim işte o kadar yapabildik diyordu.
İçim acımıştı. Ben de esprili bir dille olayları karikatüre etmeye
başladım. Amacım ana kızı biraz olsun güldürmek sıkıntılarını
gidermekti.
- Kızım çocuğun var mı?
- Yok, daha yeni evlendik
Bende, nasihatleri sıralamaya başladım.
- Para pul bahane, mutluluğun için mücadele edeceksin çalışıp
uğraşacaksın. Sen kayınvalidenin kucağına bir çocuk ver her şey düzelir.
Parayı pulu unutur dedim,
Annesi anlattıklarımı biraz anlıyor çoğunu algılayamıyordu.
Kızına;
- Kalk kızım Bir şey anlamadım, ama bir psikoloğa gitsek bu kadar
faydalı olmazdı.
- Kalk kızım kalk eve git çok çalış çok çocuk yap bu iş tamam.
Hızla uzaklaştılar.
Etrafta olan insanlarla gülme krizine girmiştik.
Saatlerce kahkahalarla güldük.
Gülmek binlerce hücremizi yenileyerek bin derde deva oluyor.
CEMAL BORANDAĞ
Sayfalar
- Ana Sayfa
- Potrem
- C.Borandağ Kimdir?
- Bozlar
- 46 AYNEN MARAŞ
- AQ Biriç
- Asker Oldum Piyade
- TKY
- Bir Şiirdir Yaşamak
- Fıkralar
- Kendini Yönetme İlt.
- Küçük Asker
- Türk Mutfağı
- Sözler Düşünceler
- Bir Şiirsin Sen
- Mehmetcik
- Pazarcık
- Nurhak
- Düşünüyorum O Halde Gülüyorum
- Bir Subayın Anatomisi
- Devrim Günlerinde Aşk
- Küçük Paris
- Çanakkale Geçilmez 1915
- Düşüncelerin Kaynağı
- Cem
- Sarıkamış
- Ulusal Kurtulus Savaşı