Hocam…
Soğuk bir Aralık sabahı Çapa’daki odasının kapısından içeri giren,
üniversiteyi bitireli birkaç yıl olmuş genç bir biyologdu.
Kapıyı iki kere çaldıktan sonra kafasını uzattı.
─Hocam müsait misiniz? Biyoloji Bölümü’nden Avni Bey gönderdi beni…
Aramıştı sizi…
─Hatırladım, hatırladım. Melanoma (cilt kanseri) genetiği ile ilgili
çalışıyormuşsun, gel içeri gel…
Yüzünde son nefesini verirken bile eksilmeyen o tatlı gülümsemeyle
Genç adama “Kahve mi içersin çay mı?” diye sordu.
─Zahmet olmasın hocam… bir iki sorum vardı. Onları sorup sizi
çok yormadan gideyim ben…
─Zahmet filan olmaz. Ben de şimdi tomografiden çıktım. İki laflarız
işte...
Genç adam duraksadı.
─Meme kanseri tedavisi görmüştüm. Geçti bitti diyorduk. Bugün
öğrendim ki karaciğerimde de küçük bir leke varmış.
“Küçük bir leke” dediği, memesinde başlayan kanserin vücuduna
yayıldığının ilk haberiydi aslında.
Genç adam durumunun farkına varınca, endişe dolu bakışlarla, nazikçe,
“Daha sonra rahatsız edeyim sizi isterseniz?" dedi.
Hoca güldü ve “Çevrende hiç kanser teşhisi konan oldu mu çocuk?” diye
sordu.
“Hayır hocam." dedi.
─Bak o zaman sana ilk dersi veriyorum: Bu kanser denen mikrop tek başına
hiçbir gücü olmayan zavallıcıktır. Kanser tek başına kimseyi öldürmez;
ölümcül olması bir yalnızlık, bir çaresizlik, bir umutsuzluk, bir
üzüntü, bir stres arar. Ona bu fırsatı vermesen, er ya da geç çeker
gider. O yüzden sen şimdi hocanı bu zavallı mikropla yalnız bırakmayı
çıkar aklından ve anlat bakalım,
ne yapıyorsun, ne ediyorsun?”
Böyle tanışmıştık Hocam Türkan Saylan’la.
“Tanışmıştık” diyorum ama bazen tanımak için tanışmak yetmiyor.
Bazı insanları tanımak için onları yaşamak, anlamak, attıkları
her adımdan, ağızlarından çıkan her heceden bir şey öğrenmek
gerekiyor. Hoca da öyle biriydi.
O gün kapısından çıkarken "Sakın ha literatürü açıp 'Hocanın ne kadar
ömrü kaldı?" diye bakma, literatür insan hikâyesi yazmaz, rakam yazar."
demişti.
Aradan geçen yıllar içerisinde Hocayı çok daha yakından tanıma fırsatım
olmuştu. Ne zaman başım sıkışsa telefona sarılıyordum.
Bir gün “Ben bilim adamı olmaktan vazgeçtim Hocam!" diye aradım.
Kızacağını sanıyordum, kızmadı. Sadece bir öğüt verdi ki hâlâ kulağıma
küpedir: “İnsan olmaktan vazgeçme yeter.”
Hoca haklıydı. Her karar aslında bir vazgeçiştir… O yüzden
vazgeçebilirdi insan birçok şeyden ama insan kalmakta israr etmeliydi.
Böyle bir Mayıs ayında kaybettik Türkan Hoca’yı…
“Kanserden öldü."dediler.
Yalan!
Hocayı kanser öldürmedi.
Genç kızlar da okula gidebilsin diye hayatını ortaya koyan, bu ülkenin
yetiştirdiği en aydınlık yüzlü kadındı Türkan Saylan.
Onu ölüm döşeğinde “terörist” ilan edenler öldürdü. Onu televizyonların
canlı yayınlarında, gazete köşelerinde “muhabbet tellalı” ilan eden
medya pezevenkleri öldürdü.
Bakmayın siz şimdi kurdukları sahnede oynadıkları “masum” rollerine…
Türkan Saylan’a ölüm döşeğinde ‘darbeci’ diye operasyon yapılırken
sessiz kalan, cenazesine katılmaya tenezzül etmedikleri gibi bir çiçek
bile göndermeye korkanlar yüzünden öldü Hoca.
Tanıştığımız gün kapısından çıkarken “Bakma” dediği o literatüre
Türkan Hocam öldüğü gün bakmıştım.
Biliyor musunuz ne yazıyordu? “En fazla bir sene…”
Oysa Hoca o günden sonra tam 13 sene daha yaşadı. Ve bıraksalar belki
bir 13 sene daha yaşayacaktı…
Hatırlıyor musunuz ne söylemişti?
“Kanser kimseyi tek başına öldürmez…”
Candaş Tolga Işık
KAFA dergisi /Mayıs sayısı
Sayfalar
- Ana Sayfa
- Potrem
- C.Borandağ Kimdir?
- Bozlar
- 46 AYNEN MARAŞ
- AQ Biriç
- Asker Oldum Piyade
- TKY
- Bir Şiirdir Yaşamak
- Fıkralar
- Kendini Yönetme İlt.
- Küçük Asker
- Türk Mutfağı
- Sözler Düşünceler
- Bir Şiirsin Sen
- Mehmetcik
- Pazarcık
- Nurhak
- Düşünüyorum O Halde Gülüyorum
- Bir Subayın Anatomisi
- Devrim Günlerinde Aşk
- Küçük Paris
- Çanakkale Geçilmez 1915
- Düşüncelerin Kaynağı
- Cem
- Sarıkamış
- Ulusal Kurtulus Savaşı